‘Bir ceza aldım: Ödev cezası.’ Siggi Jepsen bu cümlelerden sonra ödevin ne olduğunu anlatacak, on sene öncesine dönecek, üniformalı babasını, savaştan kaçan ağabeyini, suskunluğunda koca bir nefreti saklayan annesini, resim yapması yasaklanan bir ressamı anlatacak.
Askerler oradan oraya ölmeye koşarken bir sınıfa girip hayat bilgisi öğrenmeyi anlatacak Siggi.
Islahevini anlatacak sonra. Başına gelenleri tek tek, kimi zaman gerçek olmayan görüntüleri de görerek anlatacak. Anlattıkça canlanacak, hücresine sığamayacak. Çünkü görevi bu, babasının görevi sahiplenişi gibi o da bayrağı tutmaya devam edecek.
.
Siegfried Lenz iki zamanlı bir dille, Nazi döneminin sonlarını ve sonrasında kalan enkazı anlatıyor. Kullandığı dil, seçtiği karakterler, duygu geçişleri ile öyle gerçek bir bütünlük kuruyor ki yer yer durup soluklanmak istiyorsunuz. Siggi’ye üzülüyorsunuz, babasını anlamaya çalıştıkça kızıyorsunuz.. Yasaklı ressam Emil Nolde’den esinlenerek oluşturulan Max Ludwig Nansen karakterini de merakla okuyorsunuz. Çok çok sevdiğim, 1968’de yayımlanan Almanca Dersi, ölmeden önce okunması gereken bin bir kitaptan biri aynı zamanda. Uzunca bir süre aklımı kurcalamaya devam edecek Almanca Dersi.. (kimi yerlerde Okuyucu’yu da anımsadığımı belirtmeden geçmek istemiyorum, onda da görev ve irade ikilemini bu kitaptaki gibi sıklıkla hissetmiştim)
.
Ayşe Sarısayın’ın mükemmel çevirisi ve ön sözü, Utku Lımlu kapak tasarımıyla ~