“Düşünce her zaman aynıdır: insan mükemmel değildir. Evrimsel gelişme sürecinde hayvan atalarıyla karşılaştırıldığında daha fazla avantajlar edinen insan, onlarla birlikte hayvansal gelişiminin alt evrelerinde sahip olduklarının çoğunu da kaybetmiştir. Suda yaşam da insana devasa bir avantaj sağlayabilirdi. Bu olanak insana neden geri verilmesin ki?”
Rusların Jules Vern’i; Aleksandr Belyaev...
Yeni ufuklara yelken açmamızı sağlayan yazar Su Adamı’nda bizi okyanusa, onun derinliklerine indiriyor. Yeryüzünün tüm kirlenmişliğine karşılık tertemiz ve zenginlik içinde olan yeni bir dünyayı keşfe çıkarıyor. Bu yeni dünyada yalnız olan İhtiandr’a eşlik etmemek mümkün değildi benim için. Gerek anlatımı gerekse betimlemeleriyle okyanusun dibinde buldum kendimi
Yeryüzüne sonunda ayak basan İhtiandr’ın, “Burası okyanus gibi değildi: her şey farklıydı, her şey birilerine aitti, her şey bölünmüştü, her şey korunuyordu. Bir tek sahipsiz kuşlar özgürce uçuyor, yol boyunca ötüyorlardı.” düşüncesi bana, yeryüzünde insanlar ne için çabalıyor, neyi kimden kaçırıyor, insan yeryüzüne neden bu kadar kötü davranıyor? sorularını sordurttu.
Okyanusta yaşam olsa dünya daha iyi bir yer olur muydu?
Kitabın içine girdiğim gibi denizlerin dibine de giremez miyim?
Küçüklüğümden beri, eğer yeterince su altında kalırsam ve kilometrelerce yüzersem denizkızı olacağıma inanırdım -hala da inanıyorum . “Su Adamı” bu inancımı az da olsa yaşattı belki de bu yüzden normalden bir tık fazla ilgimi çekmiş olabilir Tabi bilimkurgu severlerin de, konusunun farklı olmasından dolayı ilgisini çekeceğinden eminim