Ali İpek'in dili beni kendine çekti, derin ve akıcı bir anlatımı var, ikisinin bir arada olması çok hoşuma gitti, diğer kitaplarıyla da buluşmak isteğindeyim. Kitap yetmiş beş sayfa olduğu için iki oturuşta hatta bazıları için tek oturuşta okunabiliyor.
Kitabın ne anlattığına, benim izlenimlerime, gelecek olursam:
Nurgül ve Muhlis'in kasabadan sessizce, kaçarak ayrılacakları gün ölen Süleyman'ın cenazesinde içi para dolu zarfı kaybetmesiyle gerçekler ne yalanlar ne fark edeceği bir süreç başlıyor. Muhlis, zarfı Süleyman'ı mezarın içine bırakırken oraya düşürdüğünü sanıyor. Zarfa ulaşmak isterken Körekim kasabasının hikayesi diye üç kişiden üç farklı hikaye dinliyoruz ve bu üç farklı hikayeyi Muhlis'in fark etme evreleri olarak düşündüm; ilk anlatışta aşka ve kavuşamamaya bir isyan varken ikinci anlatışta küçük ayak parmağındaki kına ve terlik detayıyla tüm gerçeği fark ediyor Muhlis, aslında kullanıldığını, ikinci plan olduğunu ve bir yol olarak görüldüğünü anlıyor. Üçüncü ve son anlatıda Muhlis'in durumuyla Ekrem'in durumunun çarpıştığını düşündüm, kaybedilen uzuv, ansızın gelen aşk ve bir yerlerde bekleyen ölümle arasında bağlantılar kurdum.
Kitap Muhlis'in "Gidelim buralardan." diyen Nurgül'e söyleyemediklerini okumamızla başlıyor ve öyle de bitiyor, yani söyleyemedikleri, sustuklarıyla. Muhlis, "Tek dayanağım suskunluğum." Diyor, susmayı sığınak gibi görüyor oysaki susması içten içe yiyor onu, en büyük zararı veriyor, hayatını alt üst ediyor diyebilirim, bir yalanı, aldanmayı yaşamaya kendini mecbur bırakıyor.