Bir eğitim sırasında yirmi üç akıl sağlığı uzmanıyla çalışırken, onlardan, "Çok depresif hissediyorum. Yaşamaya devam etmek için bir neden göremiyorum," diyen bir hastaya nasıl yanıt vereceklerini kelimesi kelimesine yazmalarını istedim. Yazdıklarını toplayıp şöyle dedim: "Şimdi her birinizin yazdıklarını yüksek sesle okuyacağım. Kendinizi, depresyonda olduğunu ifade eden kişinin yerine koyun ve anlaşıldığınızı sezdiğiniz bir cümle duyduğunuzda elinizi kaldırın." Eller yirmi üç yanıtın sadece üçüne kalktı. "Bu ne zaman başladı?" benzeri sorular en sık yazılan yanıtlar arasındaydı. Bu tür sorular uzmanın problemi teşhis edip iyileştirebilmek için gerekli olan bilgiyi topladığı izlenimini uyandırır. Aslında problemi böyle zihinsel seviyede anlamak empatinin gerektirdiği mevcudiyet haline engel olur. İnsanların sözleri üzerine düşünerek anlattklarını teorilerimizle ilişkilendirmeye çalıştığımızda birer seyirci oluruz, insanlarla birlikte olmayız. Empatinin kilit unsuru, mevcudiyettir: Karşımızdakine ve onun yaşadığı deneyime tüm mevcudiyetimizle eşlik ederiz. Mevcudiyete dair bu nitelik, empatiyi zihinsel anlayışlan ya da sempatiden ayrıştırır. Kimi zamanlar başkalarının duygularını hissederek onlarla sempati kurmayı da seçebiliriz; ama
sempati sunduğumuz anda empatik olmadığımızın farkında olmakta yarar vardır.
"Uzun zamandır düşünüyorum da, eğer bir gün imha tekniklerinin giderek etkinleşmesi türümüzün dünyadan silinip gitmesiyle sonuçlanırsa, bunun asıl sorumlusu ne zulüm, ne bu zulmün ortaya çıkardığı öfke, ne de öfkenin neden olduğu misilleme ya da intikamlar olacaktır. Asıl sorumlu, modern insanın sorumluluk almaması, tepkisizliği ve hatta itaatkarlığı olacaktır. Bugüne kadar görmüş olduğumuz ve gelecekte daha da fazlasını göreceğimiz vahşet, dünyada isyancıların, asilerin ve ehlileştirilemeyecek insanların sayısının arttığının değil, tam aksine itaatkar ve uysal insanların sayısının arttığının göstergesidir."