Kitaba adını veren üç mesele: Teknik, Medeniyet ve Yabancılaşma kavramlarıdır. Bunlara kısa kısa değinelim.
Yazar, yabancılaşmayı varoluşçuluk felsefesinden hareketle Batı dünyasında, tanrıyı merkezden uzaklaştırarak piyasayı, devleti vb etmenleri tanrılaştırmanın yarattığı bir olumsuz sonuç olarak görmektedir. Prometheus'u Batı fikrinin temeli olarak gören yazar, bilgiyi ve gelişimi Tanrıdan çalınacak, haliyle onunla savaşılacak bir ateş olarak görmenin günümüz dünyasının yaşadığı sorunların temelini oluşturduğunun altını çiziyor. İslam'ın anlayışına göre ise, bilgi ve gelişim, Tanrının kılavuzluğunda onun hikmetlerini keşfetme anlamına geldiği için Batı'daki gibi kötü sonuçların İslamın doğasına aykırı olduğu üzerinde durulmuş. Hümanizmin amacının da kilisenin baskısını kırmak amacıyla tanrıyı dışlayıp, yerine insanı koyma olduğu söyleniliyor. Bunun ardından gelişen uzun süreçte ise insan, kendini "yeryüzüne fırlatılmış" "absürd" bir durumun içinde bulmuş ve "varlığının özden önce geldiği" sanısına kapılarak giderek doğasına ve çevresine yabancılaşmıştır. Bu noktada yazarın, İslam'da tecrid kavramının yabancılaşmaya karşı bir koruma vazifesi gördüğü sonucuna vardığı yorumunu yapabiliriz. Tecrid, İslamın emir ve yasaklarının bütün zamanlar ve yerlerde geçerli olduğunu bilmek; bütün doğruların Kuran'da yer aldığının bilincinde olup, kapalı anlamlara gelen âyetleri bu ilk aşamada geri plana atarak açık âyetleri hayata tatbik etmek anlamlarına geliyor diyebiliriz. Böylelikle insan, kendisine değişmez mutlak doğruların yer aldığı bir yol haritasının izinde gitmenin huzuru ve güveniyle yabancılaşmadan korunmuş olur.
Ancak, bence bir soyutlanmanın içine düşer bu sefer. Çünkü her ne kadar bu inanca mensup insanlar, İslam'ın emir ve yasaklarını bütün zamanlar ve yerlerde geçerli değişmez hususlar olarak görüyor olsalar da, her şeyin değişmekte olduğu dünyada, görüyoruz ki yeterli gelmiyor. Öyle ki, Halife Ömer bile bunun farkına varmış, Kuran'daki miras konusundaki matematiksel hatadan doğan sorunu avliyye yöntemiyle çözmeye çalışmıştır. İnsanlık her geçen yılda farklı alanlarda değişime uğrarken, binlerce sene öncesinde getirilen yasaların buna ayak uydurmasını beklemek bence gerçekleşmesi imkansız bir hayalden öteye gidemiyor. Aslında değişmezlik sadece bir başlık olarak duruyor yorumu da yapılabilir. Çünkü değişim karşısında görüyoruz ki farklı fikirlerden din adamları veya dindar felsefeciler, Kuran ve sünneti veya sadece Kuran'ı baz alarak birtakım değişiklikler öne sürüyorlar. Bunu değiştirme olarak nitelemiyorlar tabiki lakin ortaya çıkan sonuç bu oluyor. Zaten böyle olmazsa, tüm dünya değişirken otomatik olarak bu değişime direnç gösterilmesi, içe kapanmayı beraberinde getirir. Globalleşen dünyada da bu, bizi Kuzey Kore haline sokabilir. Yabancılaşmadan kurtulmanın sevinci, soyutlanmanın yarattığı gerginliğe yerini bırakabilir.
Mehmet Akif, "medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar," diye seslenir ve haklıdır. Çünkü, Batı, kendini dünyanın geri kalanından üstün görerek her yere medeniyet götürme iddiasında bulunmuştur. Aslında medeniyet adı altında yıkım, sömürgeleştirme, köleleştirme de götürmüştür. Tarihsel olarak bakıldığında çok yakın bir zamanda, 1945'ten önce, ırkçılık bilimsel bir temele sahip olarak görülüyor; buna dayanarak Batı, diğer milletleri aşağı ırk olarak görerek onların üzerinde hak iddia ediyordu. Günümüzde ideolojik bir savaş amacıyla anakronik okumaya tabi tutulan Atatürk'ün kafatasları üzerinde Afet İnan'a çalışmalar yaptırması, Batı'nın Türkleri aşağı ırk olarak konumlandırmasının önüne geçmek için atılan stratejik bir adımdır ve başarılı olmuştur. 1945'ten sonra ise hem ırkçılık hem de medeniyet götürme kavramları geride bırakıldı. Ancak gelinen noktada, dünyada hakim olan medeniyetin de Batı medeniyeti olduğunu görmezden gelemeyiz. Kendisini çok muhafazakâr olarak gören bir insanda bile bunun izlerini az veya çok görebiliriz. Bunlardan dolayı İsmet Özel, İslam medeniyeti tabirinden rahatsız olmakta, bunu doğru bulmamaktadır.
Bununla birlikte, bence radikal bir çıkış yaparak, "İslam değerlerinin çağımızın bilim ve teknik kafasıyla birleşip beraber yaşayacağını ummak bir avuntudan ibarettir. Çünkü günümüze hakim olan bilim ve teknik, Batı'da belli bir dönemde belirlenmiş bir kafa yapısının uzantısıdır; belli bir toplumsal yapının sinesinde gelişmiş, vasıfları İslam'a taban tabana zıt bir sınıf eliyle gücünü dünya ölçüsünde yaymıştır. Bilimin ilerlemesi, bilime has özelliklerden değil, o bilim görüşünden en çok faydalanan insanlar yüzündendir. Bu yüzdendir ki bugünkü hayatı biçimlendiren teknik teçhizat değil, o teknik teçhizatın ortaya çıkmasına ve bazı insanların kar ve kuvvet sağlamasına yol açan müesseselerdir," der. Ardından da "İmdi, Müslümanlar hem o müesseseleri reddedip hem de o müesseselerin ürünü olan teknik ve bilimsel yapıyı nasıl kendi hayatlarına adapte edeceklerdir? Açıkça ve şuurla kavramamız gereken nokta, Batı'nın inancı, felsefesi, bilimi ve tekniğiyle bir bütün olduğu ve reddedilecekse tümden, kabul edilecekse yine tümden kabul edilmesi gerekeceğidir," diyerek ekler.(
#102933516) Alıntının yorum kısmında "ne yapmalı" konusunda da fikrini belirten İsmet Özel, kısaca öncelikle toplumun bir İslam toplumu hüviyetine gelmesini, buradan da bir İslam bilim ve tekniğinin meydana geleceğini söylüyor.
Lakin, Amerika'yı yeniden keşfetmenin ne manası var? Eğer bu fikir uygulanmaya çalışılırsa, halihazırda geride olduğumuz Batı'dan yüzlerce sene daha geriye düşeriz. Çünkü bilim ve tekniğe neredeyse sıfırdan başlamanız gerekir. İslam'ın altın çağı diye nitelenen döneme dönelim oradan başlayalım derseniz ki yine yüzlerce sene kayıp yaşamakla birlikte İsmet Özel, o dönemleri de İslam'dan uzak görmektedir: "Bugün İslami müdahedeyi bir medeniyet mücadelesi olarak anlamanın belli başlı iki sakıncası vardır: Birincisi, İslamiyet dairesindeki toplumların medeniyet bakımından parlak kabul edilen dönemlerinin (Abbasi, Endülüs, Osmanlı) örnek kabul edilmelerinden doğacak tehlikedir. Böylece gayr-i İslami bir tarzı model olarak almamız imkan dahiline girer. Sözgelimi, Harun erReşid'in yönetimindeki toplum, medeni olduğu oranda İslam'ın yabancısıdır…" Ama İsmet Özel'in başta söylediği şu sözlere katılmamak elde değil, "İslam değerlerinin çağımızın bilim ve teknik kafasıyla birleşip beraber yaşayacağını ummak bir avuntudan ibarettir." Sadece yaklaşımımız farklı. Dinler günümüzde sürekli dillendirildiği üzere tamamen bilimden farklı bir kulvarda değildi. Dünyayı açıklama amaçları da vardı ve kitaplarda vs bunlar görülebilir. Halen bile bilimsel gelişmeleri ayetlerden çıkarmaya çalışan pek çok insan bulunur. Ve artık bilimsel gelişmeler de gösteriyor ki, kutsal kitapların dünya ve evren açıklamalarının geçerliliği söz konusu olamaz. En başta bu nedenlerle bilhassa genç kuşak dinlerden azımsanmayacak sayılarda uzaklaşmaktadır. Bence teknolojinin ve iletişimin zirve yaptığı globalleşmiş bir dünyada, bunun önüne geçmenin bir yolu yoktur.
İsmet Özel'in "İslam öncesi herhangi bir toplumda yürürlükte olan "Milli" kültür, İslam'ın egemenliği ile birlikte yerini Kur'an ve Sünnet'in ilkelerine bırakır. O toplumda yetkenin (otoritenin) alacağı biçimi din tayin eder. O toplumda neye itaat edileceği, neye boyun eğileceği konusunda ilkeleri din koyar. Toplumdaki düşünce ve davranış örgüsünün oluşumu dinin bir düzen olarak egemenliğiyle tamamlanır. İnsanların toplumdaki tek yetkeye karşı olan tavırları sonucu ortaya çıkan durumlarda cezalandırma ve ödüllendirme dinin sınırlan içinde kabul edilir," şeklinde savunduğu gibi bir yol haritası da bir çözüm olamaz ve halihazırdaki durumu daha geriye götürebilir. Özgürlüğün insanın damarlarına nüfuz ettiği bu dönemde, insanları mollaların, hocaların, şeyhülislamların fetvalarına biat eder halde tutamazsın. Böyle bir düzeni insanlar özümseyemezler. 21. yy dünyasında recm cezasını nasıl uygulamayı düşünüyorsunuz? Ekonomiyi nasıl yapacaksınız? vb. Biyolojinin önemli bir temeli olan evrimi görmezden gelerek yalanlayarak nasıl bir eğitim sistemi dizayn edeceksiniz; sadece evrimle sınırlı değil, dine dayalı bir yönetimde, atılan her adım dine uygun mu diye ele alınacak ve bilime uygun olup da dine uygun değilse o, zararlı bulunup gösterilmeyecek. Bu noktada Rasim Özdenören'in "Müslüman çağın gözüyle İslam'a bakmaz. İslam'ın gözüyle çağa bakar," sözünü söyleyebilirsiniz ancak kulağa hoş gelen bir seda olmaktan öteye gitmez bu tarz sözler.
Ayrıca az önce alıntıladığım İsmet Özel'in sözünün başına dikkatle bakmak lazım: "İslam öncesi herhangi bir toplumda yürürlükte olan "Milli" kültür, İslam'ın egemenliği ile birlikte yerini Kur'an ve Sünnet'in ilkelerine bırakır," deniliyor ve devam ediliyor. Bu bir asimilasyondur aynı zamanda. İstenildiği kadar, millet kelimesinin kökü Arapça deyiniz, bu tarz argümanlar bence komiktir. Çünkü, bir kelimenin kökünden yola çıkarak bir sonuca varmak, kelimenin geçirdiği değişimi ve mevcut durumunu görmezden gelerek yanılgıya kendini kaptırmaktır. Size göre İslam mükemmel olabilir lakin bunu yayma girişimi bir asimilasyonu da beraberinde getirir. Bunu Türk toplumu ölçeğinde bile görebilirsiniz. İlber Ortaylı bir anısında bahseder, Türk demek Osmanlı'da hakaret manasına gelir olmuştur.
Buna sadece kişilerin anılarından örneklerle sınırlı bakmak da eksik olur. Kültürümüzün geçmişten günümüze geçirdiği dönüşümlere bakarsak, durum çok daha iyi görülecektir.
Son olarak, yazarın anlatımı yer yer kabalaşsa da akıcıdır. İçerik biraz felsefe okuması yapmış insan için derin değildir. Getirilen çözümler bence birer ütopyadan öteye gidemez. Birtakım tespitleri ise yerindedir.
Keyifli okumalar..