Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Anlayamıyorum, kendimi çok zorluyorum , anlayamıyorum. Niçin, neden bugünkü kitaplar... Bizim gençlerinki olsun, Fransız yazıcılarınki olsun, insanın hep kötüsünü, hayatın çirkin tarafını, ümitsizliği, hiçliği, boşluğu konu alıyor. Hep kötüler mi var? Dört bir yanımız sefalet, hastalıkla mı çevrili? Her gördüğümüz zalim, katil, egoist, kıskanç, kindar, yarı deli, ahlaksız mı?
İnsanlar bildikleri konular üzerinde kolay kolay konuşamaz,kolay kolay yazamazlar.Ama insan bilmediği bir konu oldu mu,onun üstüne aylarca laklak edebilir,kitaplar dolusu yazabilir.Şimdi biri gelip de bana kanser üstüne yazar mısın? dese, -Kaç cilt olsun? diye sorarım. Ama kanser uzmanı bir hekim,bir karışlık yazı için -İki üç gün sonra yazarım,der. Şu politikacılara baksanıza kuzum,bikez, -Sayın vatandaşlaaar!.. diye ağızlarını açtılar mı artık ne istersiniz,iktisat mı,maliye mi,eğitim mi,spor mu,ısırgan otu mu,nane maydanoz mu,yoksa hula-hup mu?.. Solukları kesilene dek konuşurlar.Oysa şu saatlerce konuştuklarından bir kıpılık bilgileri olsaydı,ağızlarını açabilirler miydi?Yeryüzünde bilgisizlik gibi rahatlık var mı!
Reklam
YUNUS'UN BİLGİ VE BİLİM GÖRÜŞÜ
Yunus Emre'nin hayatı hakkında yapılan bilimsel araştırmalar ile başlayan kitabın başlarından bir bölüm; "Bir manzumesinde şeriat, tarikat, marifet, ve hakikat gibi dört bilgi derecesinden söz eden Yunus, hakikatın kolayca elde edilemeyeceğinden emindir; şüphesiz ki, O bir bilgi teorisi ile uğraşmamıştır. Felsefede bu teori bilginin
Edebiyat ve Demir Parmaklıklar Bu konu öylesine geniş, öylesine uçsuz bucaksız ki kitaplar dolusu yazılabilir. Çünkü tarihin her devrinde, ister krallık ister diktatörlük ister “ileri demokrasi” her türlü yönetimde, iktidarların yazarlardan korktuğu gerçeği değişmedi. Yazarları şairleri idam ettiler, hapiste çürüttüler, hayatlarını zindana çevirdiler. Yalnız bu olgu bile, “söz”ün gücünü göstermeye yetiyor. Tankları, topları, orduları olan koskoca iktidarlar “söz”den, “yazı”dan korkuyor. Çareyi yazarları öldürmekte, içeri atmakta buluyor, ama bu sefer de idam edilenlere yakılan ağıtlar kulaklarında yankılanıyor veya müthiş bir cezaevi edebiyatı doğuyor.
Çekmeceden kağıt çıkardı, en tepeye gazlı kalemle "Mevlana" yazdı. Eğer batıda Natalie'nin söylediği kadar popülerse işe yarayabilirdi. İnternet zaten Mevlana ve Sufizm siteleri ile doluydu. Gerekli kitaplar Migros'ta satılıyordu. Berkay aptal olmadığına göre biraz okuyup meseleyi kapabilirdi. Mevlana da insandı sonuçta, anlamak ne kadar zor olabilirdi? Geriye Konya'ya gitmek ve Natalie Portman'ın seveceği bir konu yakalamak kalıyordu. On sekiz çoksatar yazmış biri için imkansız değildi. En popüleri olduğundan Elif Şafak'ın Aşk romanıyla başladı. Kitap hakkında bilgisi( çoğu kitap da olduğu gibi) karısının anlattıklarından ibaretti. Olayların sinir krizinin eşiğindeki Amerikalı bir ev kadınıyla havalı bir Sufi arasında geçtiğini hatırlıyordu. Özeti okuyunca durumu daha karışık buldu. Bir kere Şems vardı, bir sürü felsefi laf, hiperaktif yan karakterler ve gizemli olaylar vardı. Konuyu Selçuklu tarihine de bağlamak zor görünüyordu. Morali bozuldu ve Zeynep'in haklı olabileceğini düşündü. Böyle işler için zaman lazımdı. Onunsa deneyimi yoktu; daha önce yazdığı hiçbir şey için Sufilerle takılması gerekmemişti.
Bu konu öylesine geniş, öylesine uçsuz bucaksız ki kitaplar dolusu yazılabilir. Çünkü tarihin her devrinde, ister kırallık ister diktatörlük ister ‘’ileri demokrasi’’ her türlü yönetimde, iktidarların yazarlardan korktuğu gerçeği değişmedi. Yazarları şairleri idam ettiler, hapiste çürüttüler, hayatlarını zindana çevirdiler. Yalnız bu olgu bile, ‘’Söz’’ün gücünü göstermeye yetiyor. Tankları, topları, orduları olan koskoca iktidarlar ‘’Söz’’den,’’Yazı’’dan korkuyor. Çareyi yazarları öldürmekte, içeri atmakta buluyor, ama bu seferde idam edilenlere yakılan ağıtlar kulaklarında yankılanıyor veya müthiş bir cezaevi edebiyatı doğuyor. Edebiyat ve Demir Parmaklıklar/Edebiyat Mutluluktur
Sayfa 123Kitabı okudu
Reklam
“TİLKİNİN GECESİ” Adlı Romandan Cümle Derlemem: / O sırada bir kapı açılıp kapandı ve oradan bir adam bana doğru yaklaştı!... / Saçları aklaşmıştı ve gözleri uçuk maviydi!... / Tokalaştık!... El sıkması şaşılacak derecede kuvvetliydi!... / Gülümsedi ve birlikte kapıya doğru yürümeye başladığımızda, konuşmasını sürdürdü!... / “Akraba mısınız?.” / “Pek sayılmaz, ama zaman zaman öyle hissettiğim de olmuyor değil!... Harvard’da Felsefe Profesörüyüm!... Üç yıldır Martineau’nun özgeçmişi hakkında bir çalışma yapıyorum!.” / İki duvarı boydan boya kitaplarla kaplıydı!... / Konuya girmemi bekliyordu!.. “Gördüğüm kadarıyla burada rahatınız yerinde,” dedim!.. / . “Haklısınız,” dedi!. “Rahatıma diyecek yok, tabii yalnızlık ayrı konu!... Biliyorsunuz, insanoğlunun en büyük zayıflıklarından birisi bu!... Sürekli başkalarına gerek duymak!...” / { Kitap Adı: TİLKİNİN GECESİ – Kitap Yazarı: Jack HIGGINS – Türkçesi: Serdar TUĞCU – Yayınevi: ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ – Sayfa: 008, 010 – Cümle Derleme Çalışması: Kemal KABCIK / ANTALYA / 02 Aralık 2013 Pazartesi 04:22:05 }
728 öğeden 711 ile 720 arasındakiler gösteriliyor.