“Hayır, onlar bütün bu olup bitende üçgen biçimindeki bir bıçağın dikey düşüşünü görüyorlar, bunun öncesinde ve sonrasında mahkum açısından hiçbir şey olmadığını düşünüyorlar.”
İnfaz için o gün seçilmişti çünkü pazarın kurulma günüydü, böylece Claude geçerken mümkün olduğunca çok kişi onu görecekti. Fransa’da hâlâ bunla övünen yarı ilkel küçük kasabalar var.
Kapılar çarpıp kapandı. Yakın mı uzak mı olduğunu tahmin edemediğim merdivenlerde insanlar koşuşturuyordu. Sonra, boğuk bir sesin mahkeme salonunda bir şeyler okuduğunu işittim. Zil bir kez daha çalıp odanın kapısı açılınca, bana doğru kabarıp gelen, salondaki sessizlik oldu, sessizlik ve genç gazetecinin gözlerini benden kaçırdığını fark ettiğimde kapıldığım o benzersiz duygu. Marie'nin oturduğu tarafa bakmadım. Zamanım olmadı çünkü mahkeme başkanı bana tuhaf, resmî bir üslupla Fransız milleti adına, bir meydanda, başımın kesileceğinin söyledi. Bütün o yüzlerde okuduğum duyguyu o sırada anladım. Bir tür saygıydı sanırım. Jandarmalar bana çok kibar davranıyorlardı. Avukat elimi bileğime koydu. Artık hiçbir şey düşünmüyordum. Mahkeme başkanı söyleyeceğim bir şey olup olmadığını sordu. Düşündüm. "Yok," dedim. Beni alıp götürdüler.
Bir kişinin hayatına kasteden kanun, idam cezası uygulanamaz, adil değildir, kabul edilemez. Suçu asla önlememiştir, zira her gün darağacının dibinde ikinci bir suç işlenmektedir.
“Yollarda cinayet işleyen biri iyi yönlendirilseydi kentinin en büyük hizmetkârı olurdu.
Bu halk insanının kafasını geliştirin, açın, besleyin, verimli kılın, aydınlatın, maneviyat verin, kullanın onu. O zaman kesmenize gerek kalmayacak.”