Medya, sosyal ilişkileri bozuk insanların çoğalması için çalışır; bu sayede korkaklaşan, tedirginleşen kitlenin uysal, itaatkar, mıymıntı, pısırık, budala ve nevrotik yaratıklar haline gelmelerine yol açar.
Medya kuruluşlarının çıkarları ve iktidarla ilişkileri, gazetecilerin çoğu zaman yurttaş odaklı ve kamu yararını gözeten bir habercilik yapmasını engelliyor.
Barış gazetecisi, çatışmaların bağlamı ve ardalanında yer alan kültür ve tarih gibi her türlü ayrıntıya yer verirken, savaş gazetecisi ‘ilk taşı kim attı’ meselesine odaklanır.
Hattab mücadelenin medyaya da taşınması gerektiğine inanıyordu: "Allah bizden kâfirlere karşı onlar bizimle nasıl savaşıyorlarsa öyle savaşmamızı istiyor. Onlar medya ve propaganda yolunu kullanıyorlar, öyleyse bizde kendi medyamızla onlara karşı savaşmalıyız." diyordu.
"- Kanlar oluk gibi akıyor görüyor musun? Kadınlar, erkekler paçavra gibi sürüklenip, havalara fırlatıldılar.
+ Bu katliam medyanın önemli haberleri arasında yer almaz. Hiç kimse ulusal bir kıyımı duyurmak istemez."
Günümüzde radyo, sinema, televizyon gibi kitle iletişim araçlarının, iktidarın tekelinde bulunduğu yerlerde, sahte idoller yaratmak ve en alçak şekilde kitleleri yanıltmak için nasıl kullanılabileceğine şahitlik ediyoruz. Halkı yönetmek için artık kaba güç kullanmaya gerek kalmadı. Artık bunu "yasal yollarla", halk iradesine ket vurarak mitinglerle, ucuz ve basit eğlencelerle, insanlar ve olaylar hakkında kendi hükümlerini vermek için gerekli düşünme zamanı ellerinden alınan, yorgun halk kitlelerine hazır "gerçekler" servis edilerek gerçekleştirmek mümkündür.
"Genellikle Türkiye'de medya, ölüm ve faciayı bütün ayrıntılarıyla verir, ama adaletin yerine gelip gelmediğiyle pek ilgilenmez, olayları takip etmez."