"Bir canavar," dedi dudakları Juliette'in saçlarına dokunurken, "-yas tutmaz."
"Sen yas tuttun mu?" dedi Juliette, sesi neredeyse çıkmıyordu. Ne dediğini açıklamaya ihtiyacı yoktu. İkisi de anlamıştı: patlama, hasar, kan, canlar ve kor gibi alevler.
"Yas tuttum," dedi Roma aynı tonda. "Günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca o mezarlığın kapısının önünde yas tuttum. Ama seni seçmiş olmaktan pişman değilim. Bu takındığın gaddarlığın arkasında insanlar için atan bir kalp var. O yüzden onu vurdun. O yüzden şansını değerlendirdin. Acımasız biri olduğun için değil. Umudun olduğu için."
Juliette kafasını kaldırdı. Eğer Roma ona dönseydi burun buruna geleceklerdi. "Seçmek zorunda bırakıldığım için mutsuzum," diye devam etti Roma.
Dışarıdaki sirenlerin, yanlarındaki binanın kargaşasının ve sokaklarda bağrışan polislerin arasında fisıldamasına rağmen Juliette onu kusursuzca duyabilivordu. "Kan davasının beni buna zorlamasından nefret ediyorum, ama yapamam... Yapmak zorunda olduğum şeyi yaptım ve benim canavarın teki olduğumu düşünebilirsin. Bu kan davası almaya, yaralamaya ve öldürmeye devam ediyor ve ben senden nefret ederken bile seni sevmekten vazgeçemedim. Seviyorum. Sevmiştim. Nefret etmiştim. Seviyorum. Juliette geri çekildi ama bunu Roma'nın gözlerine bakabilmek için yapmıştı. Nabzı hızlanmıştı. Roma yerinden kıpırdamamıştı. Juliette'in bakışlarına karşılık verdi. Tereddütsüzdü, sabit duruyordu. O an Juliette'in tek düşünebildiği şuydu: Lütfen, lütfen, lütfen.
Lüfen beni tekrar kırma.
Gaz lambasının, dünyayı küçücük odalara sığdırdığı, uykuları korkulu bir hayale çevirdiği zamanlardı. Akşamlara kadar toprak yollardan, buğday tarlalarından, yalınayak çocukların meraklarından kalkan tozlar, sabahlara kadar ince bir yorgan gibi örterdi yatakları. Puhu kuşları taşların başına, delice kuşları bahçedeki akasya ağacına konardı.