Zaman döndü, dolaştı ve bu dinin insanlığa geldiği ilk günkü noktaya geldi. İnsanlık, şu Kur’an’ın Peygamberimize indiği günlerdeki durumunun bir benzerine döndü. İslâmiyet’in, en büyük temel kuralı olan “lâilâhe illellah (Allah’dan başka ilâh yoktur)” ilkesini yerleştirmek üzere geldiği günlerin ve sosyal şartların benzerlerini yaşıyoruz
İnsan denilen varlık, sadece ebeveynlerine ve o ebeveynlere benzeyenlere güvenebilen aptal bir çocuktu. Hatta bütün hayatı, anasıyla babasından farklı görünen herkesten korkmak ya da nefret etmekle geçiyordu. Ne de olsa insan bir türlü büyümüyor ve hep çocuk kalıyordu. Çünkü kurduğu toplum tersine işleyen bir kuvöz gibiydi. İnsanın duygusal gelişimini mutlaka bir noktada durduruyor, hatta geriletiyordu. Öyle olmasa, tekerleğin icadı dahil, tüm insanlık birikimini kullanarak binbir güçlükle gittiği Ay'a ülkesinin bayrağını diker miydi? Aptal bir çocuk gibi.. Tam da bu yüzden insan aslında hiçbir yeri gerçekten keşfedemiyor, sadece savaş alanını genişletiyordu
Fransız tarihçi Ch. Seignobos. Batının eşitliği nispidir. Aslında her alana müthiş bir eşitsizlik hakimdir. Ülkemi (Fransa) ele alacak olursa evvela asiller ve rahipler sınıfını görürüz. Onların alt katında üç sınıf daha var. Burjuva (Bourgeosie), Vilen (Vilain) ve Sarf (Serf yani esir, ya da köle).
"Asillerle rahipler, eski dönem boyunca
Ey inanmış kişi! Korkma! Bütün insanlık inkâr ve sapıklık bataklığına gömülse de senin için nurlu bir iz vardır. Hz. Nuh'un izi. Ve bu iz seni " kurtarıcı gemi "ye götürecektir ...