Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çocukları yarış atı gibi koşturan TESTçi öğretmenlere...
Yaşamında ilk kez okula giden, okulun eşiğini aşarak eğitim yaşamına adım atan her çocuk, sınıfa Luria’nın köylülerinin bir minyatürü olarak, beraberinde sözellik dünyasının büyülü heyecanını sürükleyerek girer. Bu çocuk okula yalnızca henüz tam olarak anlaşılamayan bazı niteliklerini getirmekle kalmaz, aynı zamanda dünyayı öğretmenine ve okula tümüyle yabancı bir şekilde algılatmaktadır. Bu algılama biçimi öylesine farklıdır ki, koca bir öğretmen ve idareci ordusu bile çocuğun önündeki en az sekiz yıllık öğrenim yaşamında nasıl bir başarı göstereceğini testlerle ölçemez. Çocuğun sözellikle arasındaki sıkı bağ, onu tıpkı Luria’nın köylülerinde olduğu gibi, böyle zamansız psikometrik girişimlerden korur. Kimse çocuğun zekâsını ölçemez çünkü tüm ölçüm araçları okuryazarlar için tasarlanmıştır. O durumda bir çocuk ancak gözlemlenebilir, davranışları ancak tartışma yoluyla değerlendirilebilir. Arkadaşlarıyla oynuyor mu? Paylaşmayı biliyor mu? Yalnız bir çocuk mu? Bütün bu sorular çocuğun içinde bulunduğu grupla arasındaki ilişkileri tanımlamaya yöneliktir çünkü çocuk hâlâ kendini bir kabilenin üyesi gibi hisseder. Küçük çocuklar Luria’nın köylüleri gibi düşünür, sorulan her soruyu, söylenen her sözü somut anlamıyla algılarlar. Şekilleri ve biçimleri yakın çevrelerindeki nesneler olarak tanımlarlar. Daireler aydır, kareler ise oyuncak küp.
İşte tam olarak bu.
Düşünsene küçük küçük karelerle, hayatımızın planı çizilmiş -her gün, her saat, her dakika.- Her karenin içinde ne yapmamız gerektiği yazılı. Kareler teker teker iyi bir zamanlamayla doldurulmuş. Birdenbire bir kare boş kalıverirse dehşete kapılıyoruz ve hemen karenin üzerine bir şeyler karalıyoruz.
Sayfa 44 - Nisan YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Yaşamında ilk kez okula giden, okulun eşiğini aşarak eğitim yaşamına adım atan her çocuk, sınıfa Luria’nın köylülerinin bir minyatürü olarak, beraberinde sözellik dünyasının büyülü heyecanını sürükleyerek girer. Bu çocuk okula yalnızca henüz tam olarak anlaşılamayan bazı niteliklerini getirmekle kalmaz, aynı zamanda dünyayı öğretmenine ve okula tümüyle yabancı bir şekilde algılatmaktadır. Bu algılama biçimi öylesine farklıdır ki, koca bir öğretmen ve idareci ordusu bile çocuğun önündeki en az sekiz yıllık öğrenim yaşamında nasıl bir başarı göstereceğini testlerle ölçemez. Çocuğun sözellikle arasındaki sıkı bağ, onu tıpkı Luria’nın köylülerinde olduğu gibi, böyle zamansız psikometrik girişimlerden korur. Kimse çocuğun zekâsını ölçemez çünkü tüm ölçüm araçları okuryazarlar için tasarlanmıştır. O durumda bir çocuk ancak gözlemlenebilir, davranışları ancak tartışma yoluyla değerlendirilebilir. Arkadaşlarıyla oynuyor mu? Paylaşmayı biliyor mu? Yalnız bir çocuk mu? Bütün bu sorular çocuğun içinde bulunduğu grupla arasındaki ilişkileri tanımlamaya yöneliktir çünkü çocuk hâlâ kendini bir kabilenin üyesi gibi hisseder. Küçük çocuklar Luria’nın köylüleri gibi düşünür, sorulan her soruyu, söylenen her sözü somut anlamıyla algılarlar. Şekilleri ve biçimleri yakın çevrelerindeki nesneler olarak tanımlarlar. Daireler aydır, kareler ise oyuncak küp.
'Georges de La Tour'un 1600’lü yıllarda yaptığı iddia edilen bu tablodaki insanların kıyafetleri sanki 1600'lere değil de 1700 lere ait gibi.' Ve gerçekten araştırmaya başladı. Adamın tam üç yıl boyunca o tablodaki bir kıyafetin tek bir düğmesini araştırdığı söyleniyor. Özel bir düğme tipi. Üzerinde küçük kareler olan ve tablodaki erkeğin pelerininin yakasını iliklediği bir düğme. O düğmenin üreticisini buluyor bu adam Düşünsene, üç yıl bir düğmeyi araştırıyor, nihayet üreticisini buluyor, Paris'te 1800'lerde kapanmış bir düğme imalathanesi olduğunu tespit ediyor. Paris ticaret sicil kayıtlarında araştırma yapıyor ve görüyor ki, o üreticiye patentli olan bu düğmenin üretildiği imalathanenin kuruluş tarihi 1710. Yani Georges de La Tour öldükten 100 yıl sonra! Tablonun sahte olduğuna dair ilk şüphe böyle başlıyor. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Tablonun sonraki yıllarda yapılmış sahte bir Georges de La Tour olduğu ortaya çıkıyor. Işte buna 'merak' diyoruz. Bir sanat eksperi aynen cinayet araştıran bir dedektif gibi iyi koku alan bir buruna içini sürekli olarak kemiren bir meraka sahip değilse ne tecrübesi ne bilgisi ne de kullandığı teknoloji bir işe yarar."
Sayfa 140Kitabı okudu
CANTO LXXVIII
Ida'nın köşeli çınarı yanında 40 kaz toplanmış (küçük kızkardeş beş-paraya oynayan) bir pax mundi düzenlemek için Sobr'un zecchin'! Cassandra gözlerin kaplanlar gibi, içlerinde yazılı bir tek sözcük yok Senin de var ben hiçbir yere gitmedim'in bir hastalık evine ve yok sonu bu yolculuğun. Satranç tahtası çok kaypak kareler çok düz ... savaş tiyatrosu ...'tiyatro' iyidir. İstemeyen insanlar vardır onun bitmemesini ...
Sayfa 99 - Adam Yayınları
s.63-65
İsveç askerî sisteminin üstünlüğü, 1650 yılının Eylül ayında, Leipzig'in hemen dışında gerçekleşen Breitenfelt savaşında tam olarak kendini gösterdi. 10.000 süvari ve 21.400 piyadeden oluşan, aynı zamanda deneyimli bir general tarafından (Kont Tilly) komuta edilen tecrübeli İmparatorluk ordusu, otuz/elli boyutunda kareler halinde sıralanmış olup, yirmi yedi adet sahra topu ile takviye edilmişti. Diğer taraftan, İsveçliler ve onların Alman Protestan müttefiklerinin elli bir adet ağır topu vardı. Her bir alay, dört hafif sahra topu ile desteklenmişti. 13.000 kişilik bir süvari ekibiyle korunan 28.000 piyade askeri, altı saf halinde sıralanmıştı. Savaş şu şekilde cereyan etti: Gustavus'un yanında savaşan Alman birlikleri bir saat sonra bozguna uğradılar, fakat İsveç ihtiyat birlikleri mükemmel bir düzen içerisinde ilerleyerek onların yerini aldı. Savaşın ikinci saatinde ve sonrasındaki bozgunda, İmparatorluk ordusunu 2/3'ü ve tüm silahları zayi oldu, sancakların 120'si İsveçliler tarafından ele geçirilerek Stockholm'deki Riddarholm Kilisesi'nin dekorasyonunda kullanılmak üzere geri gönderildi. Bu zaferi, İsveç'in hemen hemen hepsinde galip geldiği küçük karşılaşmaların eşlik ettiği, Lützen (1632), Wittstock (1636), II. Breitefelt (1642) ve Jankov (1645) zaferleri takip etti. Bu itibarla, Avrupa'nın diğer büyük ordularının zaman kaybetmeden İsveçlilerin savaş metotlarını taklit etmeleri hiç de şaşırtıcı değildir.
Sayfa 65 - Küre Yayınları
Reklam
Gittikleri yere varmaları uzun sürmedi. Bruno, gördüğü şeylere şaşkınlıkla bakıp kaldı: Hayalinde, bütün barakalar mutlu ailelerle doluydu. Bazıları, akşamları sallanan sandalyelerde oturup hikâyeler anlatır; çocukken her şeyin nasıl daha iyi olduğunu, büyüklerine ne kadar saygılı davrandıklarını, bu zamane çocukları gibi olmadıklarını söylerlerdi. Burada yaşayan bütün oğlan ve kızların ayrı gruplarda futbol ve tenis oynadıklarını, yere seksek için kareler çizdiklerini düşünüyordu. Ortada bir dükkân olacağını düşünmüştü ve belki Berlin’de gördükleri gibi küçük bir kafe. Acaba meyve ve sebze tezgâhı var mıdır diye merak etmişti. Ama sonuçta, vardır diye hayal ettiği hiçbir şey... yoktu!.. Sundurmalarının altında sallanan sandalyelerinde oturan büyükler yoktu!.. Ve çocuklar gruplar halinde oyun oynamıyorlardı!.. Meyve ve sebze tezgâhları olmadığı gibi, Berlin’deki gibi bir kafe de yoktu!.. Bunun yerine, toplanıp oturan insan grupları vardı. Hepsi yere bakıyor ve berbat bir şekilde mutsuz görünüyorlardı. Tek ortak noktaları, hepsinin korkunç derecede zayıf, gözlerinin içeri çökmüş ve kafalarının kazınmış olmasıydı... Bruno’nun düşüncesine göre, burada da bit salgını olduğu anlamına geliyordu bu
"Babam 66 yaşına dek annesi Bunni ile yaşıyor. Her zaman annesinin küçük oğlu o. Eve terli geldiğinde, annesi sırtını siliyor. Kuru havlu koyuyor. Üşüttüğü olursa, sırtına tentürdiyotla küçük kareler çiziyor. Ağır üşütürse, sırtına şişe çekiyor. Başından bir kaza geçmişse, onu yatırıp, üzerini çarşafla örtüp, başının üzerinde kurşun döküyor."
Sayfa 36 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Hiç büyümeyen erkekler :)
Babam 66 yaşına dek annesi Bunni ile yaşıyor. Her zaman annesinin küçük oğlu o. Eve terli geldiğinde, annesi sırtını siliyor. Kuru havlu koyuyor. Üşüttüğü olursa, sırtına tentürdiyotla küçük kareler çiziyor. Ağır üşütürse, sırtına şişe çekiyor. Başından bir kaza geçmişse, onu yatırıp, üzerini çarşafla örtüp, başının üzerin de kurşun döküyor.
Sayfa 14 - YAPI KREDİ YAYINLARI - 22. basımKitabı okudu
Kameriyesi olan, üzerindeki asmaların güneş ışığını yeşil küçük kareler halinde parlak koyu ve sığ bir su üzerine yansıttığı bir çiftlik bahçesindeki bir havuzda, kağıttan kayıklar yüzdüren bir çocuk olmayı ne kadar isterdim.
Reklam
"Bruno, gördüğü şeylere şaşkınlıkla bakıp kaldı: Hayalinde, bütün barakalar mutlu ailelerle doluydu. Bazıları, akşamları sallanan sandalyelerde oturup hikayeler anlatır; çocukken her şeyin nasıl daha iyi olduğunu, büyüklerine ne kadar saygılı davrandıklarını, bu zamane çocukları gibi olmadıklarını söylerlerdi. Burada yaşayan bütün oğlan ve kızların ayrı gruplarda futbol ve tenis oynadıklarını, yere seksek için kareler çizdiklerini düşünüyordu. Bir dükkân olacağını düşünmüştü ve belki Berlin'de gördükleri gibi küçük bir kafe. Acaba bir meyve-sebze tezgahı da var mıydı? Ama sonuçta, vardır diye hayal ettiği hiçbir şey... yoktu! Sundurmalarının altında sallanan sandalyelerinde oturan büyükler yoktu!.. Gruplar halinde oyun oynayan çocuklar yoktu!.. Meyve-sebze tezgâhları olmadığı gibi, Berlin'deki gibi bir kafe de yoktu!.. Bunun yerine, toplanıp oturan insan grupları vardı. Hepsi yere bakıyor ve berbst bir şekilde mutsuz görünüyorlardı. Tek ortak noktaları, hepsinin korkunç derecede zayıf, gözlerinin içeri çökmüş ve kafalarının kazınmış olmasıydı..."
Sayfa 191 - TudemKitabı okudu
Gittikleri yere varmaları uzun sürmedi. Bruno, gördüğü şeylere şaşkınlıkla bakıp kaldı: Hayalinde, bütün barakalar mutlu ailelerle doluydu. Bazıları, akşamları sallanan sandalyelerde oturup hikâyeler anlatır; çocukken her şeyin nasıl daha iyi olduğunu, büyüklerine ne kadar saygılı davrandıklarını, bu zamane çocukları gibi olmadıklarını söylerlerdi. Burada yaşayan bütün oğlan ve kızların ayrı gruplarda futbol ve tenis oynadıklarını, yere seksek için kareler çizdiklerini düşünüyordu. Bir dükkân olacağını düşünmüştü ve belki Berlin'de gördükleri gibi küçük bir kafe. Acaba bir meyve-sebze tezgâhı da var mıydı? Ama sonuçta, vardır diye hayal ettiği hiçbir şey... yoktu!..
Sayfa 191 - TudemKitabı okudu
Hayat kendini bulmakla ilgili değil, kendini yaratmakla ilgilidir. Aynı kağıda, zaman ve sabırla yeni çizgiler çizmekle, birazını silmek, birazını kalınlaştırmakla, bir köşesine renkli çiçekler, bir diğer köşesine yaptığını düşünmeden küçük kutular, kareler, spiraller çizmekle de ilgili hayat. Çalışmakla, pişirmekle, bazen gayret, bazen pes etmekle, kendini içinde iyi hissedeceğin rahat bir sen yaratmakla ilgili.
Sayfa 11 - Doğan NovusKitabı okudu
31 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.