Şahane bir kitapla geldim.
Tam olarak kaç yaşında olduğunu, kaçıncı sınıfta okuduğunu hatta adını bilmediğimiz ama ergenlik çağında olduğunu anladığımız öğrenci kızımızın bir gününü ve bir gün içindeki düşüncelerini okuyoruz. Büyüdüğünün farkında ve bundan hoşnut değil. Babasını kaybetmenin acısını atlatamamış. Artık hiç bir zevkim kalmadı dese
En yakın rafta çeşitli Arthur efsanelerinin birden fazla kopyası bulunuyordu, onlar genellikle erkek kardeşlerine verilirdi. Kızların bilmesine gerek olmayan hikâyelerle doluydular.
Bu rafların altında peri masallar dizisi vardı. Güzel ve Çirkin, Külkedisi, Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses. Başka çeşitli masallar. Hepsi, aşk arayıp bulan ya da evlerinden kaçıp ölümle karşılaşan kızların hikâyeleriydi. Amcasını duyar gibi oldu: ‘Ders, hikâyenin içindedir tatlım’ diyordu sanki. Amcasının bahsettiği raf buydu işte.
Zoe her yaşta Külkedisi masalında farklı şeyler okuyor. Her şey, zevklerine göre değişiyor; 4 yaşındayken hayvanlara bayılıyor. Sonra ilgi alanları değişiyor. 6 yaşındayken, bir prenses olmanın hayalini kuruyor. İstekleri farklılaşıyor. 10 yaşında, bir sevgilisi olsun istiyor. Hayat tecrübesi, artıyor. 14 yaşında, özgür olmak istiyor. Belki de 25 yaşına geldiğinde, o korkunç kadınla evlenmek gibi berbat bir fikri hayata geçirdiği için Külkedisinin babasına öfkelenecek.
Zoe masalı, kendi yaşam deneyiminin ışığında okuyor.
Zoe kitabının karşısında nasılsa, biz de başkalarının karşısında öyleyiz. Başkalarını okuruz, kendimizden yola çıkarak onları tanımaya çalışırız. Bu nedenle de, kaçınılmaz olarak, başkalarının en iyi anladığımız yanları, bize benzeyen yanlarıdır.
uzakta... ağlayarak uyurmuş bir stradivarius...
bir pericik... sel sularına bırakırmış çiçekleri...
küfpembesi bir köşkten atarmış
mor yüreğini bir külkedisi...
ormanda yüzyıldır uyuyan gözler...
açılırmış bir menekşe ışığına...
eskil denizlerin köpüğünde belirirmiş...
bir yıkıntı. Melankolya, çocukluğum...