Kuşkusuz Atatürk çok üstün zekaya sahip bir insandı. Kendisinin asker olduğunu biliyorum ama özünde bir bilgin olduğuna inanıyorum. Çankaya ve Anıtkabir'deki kitaplığına bir bakın. Ne kadar çok okuyan bir insan olduğunu görürsünüz. Özellikle tarih ve dil konusunda! ama kendisi asker olmak ve büyük bir asker oldu. Hiçbir yenilgi almayan tek Osmanlı paşasıydı. İki kez , biri Ruslarla karşılaştığında , bir de Filistin cephesinde yenmedi ama geri çekildi. Ama geri çekilirken kendisi , başka komutanlar gibi birliklerinin önünde değil , en arkasında yer aldı!
Sayfa 197 - Prof. Dr. Geoffrey LewisKitabı okudu
"Onun büyük bir strateji ustası olduğudur. Bence Mustafa Kemal tanımlamak istenirse, O'nun bir strateji ustası olduğu belirtilmelidir. Kuşkusuz yalnız askeri anlamda değil. Gelibolu'da ve başka bölgelerde, kuşkusuz Bağımsızlık Savaşı sırasında mesleğini ne denli iyi bildiğini kanıtlamıştır. Ama strateji uzmanı terimi bundan çok daha geniş bir anlamda, siyasal anlamda anlıyorum. Yani kararların zamanını biliyordu; koşulların ne zaman olgunlaştığını duyumsuyor ve o zaman kararını veriyordu. Birkaç ilke temeli üzerinde ama herhangi bir katı ideolojiye bağlı kalmadan eylemini yaptı. Burada Lenin'le Mustafa Kemal arasında bir karşılaştırma yapılabilir. Lenin bir ideolog idi. Mustafa Kemal ise bence bir ideolog değildi. O kuşkusuz, ilkeleri olan ama onları koşullara uyarlayan bir eylem adamıydı."
Sayfa 274 - Prof. Dr. Jacques ThobieKitabı okudu
Reklam
Yaradılış Kitabı, Tanrı’nın insanlara hayvanlar üzerinde egemenlik verdiğini söylüyor, ama bunu O’nun hayvanları insanlara emanet ettiği biçiminde de yorumlayabiliriz pekala. İnsan gezegenin efendisi değil, sadece yöneticisiydi ve sonuçta yalnızca gezegenin yönetiminden sorumluydu. Descartes önemli bir adım attı; insanı “maitre et proprietaire de la nature” ( doğanın efendisi ve sahibi ) yaptı. Hiç kuşkusuz bu adımla hayvanların ruhu olduğunu kesinkes reddedenin o olması arasında da derin bir bağ var. İnsan efendi ve sahiptir, diyor, Descartes, hayvansa sadece bir otomat, hareket eden bir makine, bir machina animata. Hayvan yakındığında, bu yakınma değildir; sadece kötü çalışan bir makinenin hırıldamasıdır. Bir vagon tekerleği gıcırdadığında, vagon acı çekiyor anlamına gelmez bu; sadece tekerleğin yağlanması gerekmektedir. Demek ki, laboratuvarda canlı canlı kesilen bir köpeğe üzülmek için neden yoktur.
Hayvanlarla da çok yakın ilişki kurabiliyordu."Benim konuşan gazetem" dediği Latife'nin London Times gazetesinden O'na çeviri yaptığı sırada çekilen bir fotoğraf çok hoşuma gider. Bu gazetenin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine yayınladığını bir kitapta görmüştüm. Her yanında küçük köpekler , öte yandan büyük bir köpek... Atatürk böyleydi. Bir de Fox adlı bir koruyucu köpeği vardı. Büyük Millet Meclisi'nde işler iyi gitmediğinde Fox , Atatürk'ün koltuğunun altında "hırrr!" diye homurdanırdı. Atalardan , onların huysuzluklarından , onlara kötü davranılmasından söz edildiğinde , Atatürk "Hayır , hayır ; atla konuşmalısınız." derdi. Atla fısıldaşırdı. Sesiyle hayvanlarla nasıl iletişim kurabildiğini görürdünüz. Kuşkusuz iletişim , yalnız insanlar arasında yapılan bir şey değildir. Atatürk , buyruk verici varlığının yanında , parmaklarının ucuyla bile çevresiyle iletişim kurabiliyordu.
Sayfa 342 - Tarquin OlivierKitabı okudu
Allahın varlığı kelamcıların ve filozofların tartıştığı gibi cevher, araz, vacip, mümkün, sonlu, sonsuz, kadim, muhdes tartışmalarıyla Kuranda ortaya konmaz. Kuranda O, mazlumlarla, yetimlerle, sabredenlerle, kölelerle vb.. 'beraberdir' (2/153, 9/123). İnsana "şahdamarından daha yakın"dır. (50/6) Hegelin "Felsefe sadece güneş batarken yükselir" dediği gibi, klasik İslami teoloji de İslami praxis (pratik) bittikten sonra yükselmiştir. Oysa Kuran doğru teolojinin ancak eylem anında üretilebileceğini söyler: "Davamız uğrunda üstün gayret gösterenleri Bize varan yollara mutlaka yöneltiriz; kuşkusuz Allah iyilik yapanlarla beraberdir." (29/69). Hanefinin dediği gibi çağımızda İslami bir teoloji Allahın şahsının değil; Onun sözünün, yani vahyinin bir ilmi olmalıdır. Vahiy, Allahın sözü insana gönderilmiştir. Bu, Allah insana konuşuyor demektir. Zira O, insanı muhatap almıştır. Allah kelamının objesi insandır. Bu durumda vahiy insanın ilmidir. Allahın ilminin objesi insandır. Oysa klasik Kelam bunu tersine çevirerek -daha önce bahsettiğimiz tarihsel zorlamalardan dolayı- bir "Allah İlmi" olmaya çalışmıştır. Allah, vahyinde kendinden (mahiyetinden) bahsederek "teoloji" yapmıyor; insana insandan bahsederek "antropoloji" yapıyor. Allah insana sadece onun varlığına ve hayatına nisbetle kendinden bahsediyor.
Sayfa 39
Artık ortada oyun, tiyatro kalmayınca, gerçeğin içindeydim kuşkusuz. Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır.
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.