Bir öğretmenler odası.
Matematik öğretmeni "Bir sınav yaptım herkes döküldü" demiş.
Kimya öğretmeni "Ben de bu sene sınıfın yarısını bıraktım, çalışmıyorlar" diye söylenmiş.
İngilizce öğretmeni "Ben de yarısından fazlasını bütünlemeye bıraktım" diye övünmüş.
Odayı süpüren müstahdem "Hiç hastam öldü diye övünen doktor, müvekkilim hapse girdi diye övünen avukat görmedim" diye, süpüre süpüre çıkmış odadan ...
Bence öğretmen derse girmeden önce içinden demeli ki, "Tutkuyla yapacağım işimi, çocuklarıma ilham vereceğim, yıllar sonra da verdiğim derslerin etkisi sürecek..."
Gezgin olmak benim için bir uyanış ve yıllar önce başladığım bu uyanış hikayesi hiçbir zaman bitmeyecek. Nice yollar, nice insanlarla her gittiğim yerde, her bulunduğum ortamda bu hikaye çoğalacak.
Yani, artık her gece konuşacağım. Kendimle. Ayla. Yürüyeceğim, bu gece yaptığım gibi, yalnızlığımı kıskandırarak yeni yağmış kar birikintilerinin üzerinde sayısız ışıkla pırıl pırıl parlayan gümüşi-mavi soğuk ayın altında. Kendimle konuşuyorum ve kutsal bir biçimde tarafsız, karanlık ağaçlara bakıyorum. İnsanlarla karşı karşıya gelmekten, mutlu, sağlam, zeki görünmek zorunda olmaktan çok daha kolay. Maskelerimi çıkarıp yürüyorum, Ayla, duymayan ama yalnızca varlığımı kabul eden bu tarafsız, kişilerüstü güçle konuşuyorum. Ve beni alıp yere çarpmıyor.
Diyelim ki, derin bir acım var; karşımdakinin acımın ölçüsünü tam olarak öğrenmesi olanaksızdır. Çünkü o hiçbir zaman benliğime giremez, sadece bir başkası olarak kalır. Üstelik herhangi bir kimse "acı çeken" sıfatını, sanki bu bir rütbeymiş gibi, başkasına kolay kolay kaptırmaz.
"Babam bir seferinde, hayat bazen bize cevabı olmayan sorular sorar, demişti."diye ekledi. "Uzun zaman bunu kabullenememiştim ama şimdi onun haklı olduğunu düşünüyorum. İşte araştırmalarımın sonucu bu."