Marx, Kant'ın rasyonel
ahlaki irade ve tamamen formel ahlaki yasa nosyonunu kabul
etmediği gibi, bireyleri, yalnızca kimlik oluşturan kollektif yapilar
sıfatıyla, özgürce kendi kaderini belirleyen unsurlar olarak da
görmüyordu. Yine de Marx 'ın, kendi döneminin Alman kültürü
çerçevesinde, pek çok kişinin bu adımları atmış olmasından et
kilendiğine kuşku yoktu: Kendi kaderini belirleme, hiçbir zaman
kendi "benlik" (kısıtlamalar ile potansiyel kendi kaderini belirlemenin
öznesi) nosyonunu sonuna kadar götürmeyi düşünmese
ya da özgürleşmiş ve kendi kaderini belirleyen faillerin neye benzeyeceğini
açıklamasa bile, onun gözünde de kesinlikle önemli bir
düşünceydi. Marx'ın bu noktalarda belirsiz kalmasının nedeni,
kimlik, yani kendini tanımlama sorununu hemen hemen hiç ele almaması,
hatta kimliği insanların acil olarak yanıt bulmaları gereken
bir sorun niteliğinde görmemesiydi. Özgül bir topluluk içinde
tanınma ve tanımlanma ihtiyacı, Marx'ın felsefi antropolojisinde
hiçbir şekilde yer almıyordu: Nitekim, Marksizan ve Marksist
düşüncenin, etnik köken, milliyetçilik, bölgeselcilik, din ve
kimlik-oluşturucu diğer kültürel fenomenleri (sınıflı toplumların
yanılsamaya yol açıcı, ideolojik ürünleri olmanın dışında bir bakış
açısıyla) açıklamada özellikle yetersiz kalması da buradan kaynaklanmaktadır.
Öbür yandan Marx, Hobbes ve Hume' dan Bentham 'a ve Mill e
sonra da günümüzün Anglo-Amerikan düşüncesi ve pratiğinde egemen
olan konsensüse kadar uzanan liberalizm akımının, tipik
özelliği olan özgürlüğün dar biçimde yorumlanmasını kuşkusuz
reddediyordu.