“… şirin yaşlı bir kadın Alay Komutanı Fehmi Bey’in eline yapışmış bırakmıyordu.
-Anam izin ver yola çıkalım.
-Yoo, valla bırakmam.
-Geç kalıyoruz, yolumuz uzun.
-Biz sizi üç yıl bekledik. Şimdi biraz da siz bekleyin. Daha diyeceğim var. Ben Üsküplüyüm. Ay yıldız Üsküp’ten ayrılınca, onun peşinde düştüm. Göçmenin derdi bayrağının altında ölmektir, oğul. Beş kere göç ettim. O nereye, ben oraya. Sonunda Anadolu’ya geldik. Ama düşman buraya da yetişti. Al sancak orduyla birlikte Ankara’ya gitti. Mecalim yok ki peşine düşeyim. O dönene kadar ölmemeye ahdettim. Ahdimi de tuttum. Ordu da, o da döndü. Ama bir açıp da sancağın yüzünü göstermediniz.
Fehmi Bey’in yüreği köpürdü:
-Biraz bizimle yürüyebilir misin?
-Yürürüm!
Komutanın işareti üzerine komutlar verildi. Alay yürüyüş düzenine girdi. Sancaktar ve sancak muhafızları en öndeydi. Fehmi Bey yaşlı kadını sancaktarın arkasına götürüp bıraktı.
-Burda dur anacağım.
Kadıncağız ne olacağını anlamamıştı. Huzursuz bakıyordu. Sancak ve muhafızlar usulünce sancağı açınca, kadının yüzüne sanki nur yağdı, öyle parladı birden. Sancaktar sancağı kaldırdı. Al sancak kadının üzerinde dalgalanmaya başladı.
Kadın dirildi, dikildi, başını gururla kaldırdı.”