Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu’nda büyümüş, Beyoğlu’nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden… Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi… İnsanın
Oğuz Atay tek kelime ile mu az zam bir yazar! Tehlikeli Oyunlar romanında kendi hayatından bahsediyor. Postmodernizmin Türk Edebiyatındaki ilk temsilcisi Oğuz Ataydır. Postmodernistlere göre gerçek kavramı oyundan ibarettir. Tehlikeli Oyunlar romanında da okuyucuyu bu oyunun içine çeker. Kendi adını hikmet koymasına karşın kendine olan hikmetsizliği,eski karısı Sevgi 'ye olan sevgisizliği, sevginin soğukluğu, aşık olduğu kadın adının Bilge olması fakat Bilgenin yanında bilgisiz kalması, Bilgeyi bilgisiz bulması.. İroni dolu üslubunun örneklerinden bazıları bunlardır.Oğuz Atay'a olan ön yargılar kırılmalı ve muhakkak okunmalıdır. ️
denizlerin anısına : MEKTUP AŞIK İHSANİ
Demem şu ki sevdiğim, ortaçağdan bu yana bana öyle bir ters geldi ki,1971 Mart,Nisan,Mayıs ve sonrası….Yıkılası mahpushaneler tıklım tıklım evde, yolda,işte, sokakta, on on, yüz yüz, bin bin adam toplanmakta. Anlayacağın ne kadar ben çağımdan ve üzerinde büyüyüp suyunu içtiğim toprağımdan
Sana yapılan zam, milletvekiline yapılan zammın yanında “devede kulak” değil mi? Sen “devekuşu” gibi kafayı toprağa gömerken, arkadaşlar “deveyi havuduyla” götürmüyor mu? “Deveyi diken” insanı seven... Hal böyleyken, alt tarafı deveyi hesaba kattılar diye, “pireyi deve yapmanın” alemi var mı?
İşte hendek, işte deve
ya atlarsın, ya düşersin
baktın olmaz, vazgeçersin
zordur almak bizden kızı...
Sen hâlâ, ne alakası var ekonomiyle diyorsun...
Kız istemeye giderken bile alakası var! Git de gör, düğün alışverişindeki fiyatları, “yok devenin nalı” diyor musun,demiyor musun...
Deveye sormuşlar...
– Boynun neden eğri?
– Nerem doğru ki, demiş.
Nedir bu?
İnsan-deve diyaloğu!
Biri soruyor. Öbürü cevaplıyor.
Gül gibi anlaşıyorlar...
Sen deveyi adam yerine koymuyorsun ama yeryüzünde deveyle konuşan bir Tarzan var, bir de biz.
“Abartmışsın, insan deveyle konuşur mu hiç canım” diyorsan eğer... Otobüste ayağına basana niye “Önüne baksana deve!” diyorsun? O kadar çok kişi başına düşen deve var ki hayatımızda... 7 bin 500 dolar az bile.
Abartmadan konuşmak istiyorum, kitabı tek kelime ile anlatacağım: MU - AZ - ZAM!
Irwin Yalom'u tavsiye üzerine okumak isterken böyle yoğun bir beklenti oluşturmamıştım. İyi ki de hazırlıksız yakalandım bu eşsiz kitaba. Çok zekice kurgulanmış, olay örgüsü tam tadında ilerleyen, düşünsel bir satrancın hamlelerini teker teker görebilmemizi sağlayan nefis bir kitaptı. Öyle ki, iki ana karakterin ikisi için de fazlasıyla empati kurup, kişiliğime ve düşüncelerime tamamen sızmalarına izin verdim. Kitap okumayı seven her canlı, mutlaka bu kitabı hayatında en az 1 kere okumalı!
Korkunun esirlerinin kapatıldığı devasa hapishaneler olan günümüz kentlerinde kalelerin adı ev olurken, giyilen zırhlara kıyafet deniyor.
Bir olağanüstü hal durumu. Gevşeme, önlemini al, kimseye güvenme. Dünyanın efendileri alarm zili çalıyor. Cezadan muaf bir şekilde doğanın ırzına geçen, ülkeleri esir alan, maaşlardan çalan ve insanları öldüren bu güçler bizi uyarıyorlar: Dikkat edin! Sefil varoşlarda siper almış tehlikeli kalabalıklar kıskançlıklarını kemirerek ve hınçlarını yudumlayarak fırsat kolluyor.
Yoksullar: adam yerine konmayanlar, savaşlarda ölenler, hapishaneleri dolduranlar, her zaman çalışmaya hazır, kullan-at kollar.
Sessizleştirerek öldüren açlık, sesini çıkarmayanları öldürüyor. Uzmanlar, yoksulluk uzmanları onlardan bahsediyor: Onların çalışmadıdkları işleri, yemedikleri yemekleri, olmayan kilolarını, olmayan boylarını, sahip olmadıkları, düşünmedikleri, oylamadıkları, inanmadıkları şeyleri anlatıyorlar.
Oysaki bizim tek bilmek istediğimiz yoksulların neden yoksul oldukları. Sakın onların açlığı bizi doyuruyor ve çıplaklığı giydiriyor omasın?