Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana kadar dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey.
"Olsun, onu öldüreceğim"
"Ne diyorsun evladım sen, babanı mı öldüreceksin?"
"Evet, öldüreceğim. Çoktan başladım bile. Öldüreceğim derken öyle Buck Jones'un tabancasını alıp dan diye öldürmeyi kastetmiyorum. Öyle değil. Kastettiğim onu kalbimde öldürmek. İyiliğini istemekten vazgeçmek. Derken bir gün ölüp gidecek."
"Küçücük kafacığın ne hayallerle dolu..."
Akılsız, ilimsiz, huysuz, faziletsiz, sabırsız, acımasız, hayâsız insan bulunur, lâkin aşksız insan bulunmaz. Aşk ve muhabbet herkesin düşüncesinde mevcuttur, ancak bir cazibe merkezi olmadıkça gerçekleşmez.
Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan son kuvvetin bir feryadıdır. Ağlayamadığımız zamanlar, bizde o kuvvetin de mahvolduğu vakitlerdir ki, onun yerini alan dokunaklı bir sessizlik en şiddetli acıyla dökülen gözyaşlarından daha yürek sızlatıcıdır.
Suphi nereye gittiğinden habersiz gibi körü körüne yürüyordu. Zihniyse Ürani'yle meşguldü. İşte hissediyordu ki gönlünde, gönül neresiyse orada, şu karı için bir eğilim, şiddetli bir yönelim var. Sevgi buysa demek oluyor ki Ürani'yi seviyordu.
Sayfa 93 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu