Hüseyin Avni paşa(!)
“Cum’a Selâmlığı” denen bu mühim imparatorluk törenine, devlet adamları da katılırdı. İstanbul’daki Birinci Ordu Kumandanı’nın da katılması tabiî idi... Böyle bir Cuma günü Avni Paşa da büyük üniforması ile nişânları ve müşîr apoletleriyle törene katılmıştı. Törene Hânedân’a mensup kadınlar da
“Denecek ki; zorba, uyruklarına toplum içinde dirlik sağlıyor. Diyelim ki, öyledir: Ama zorbanın şan şeref hırsının başlarına bela ettiği savaşlar, doymazlığı ve bakanlarının kırıcılığı, uyrukları kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan daha büyük üzüntülere sokarsa, bu dirlikten ne kazançları olur ki? Hele bu dirlik onların yoksullaşmasına yol açarsa, ne kazanmış olurlar bundan? İnsan zindanda da sessizlik içinde yaşar ama, bu kadarı orayı özlenir bir yer yapmaya yeter mi?”
Sayfa 8 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
"Aylardır bu konuda çalışıyorsun; bu kadar vaktini verdin buna. Uğraştığına değsin. Hep bir ağızdan: tabiî, neden yazmıyor: sun? Benim tanıdığım bir yayınevi sahibi var: kolayca bastiririz. Gazetelerde sanat haberleri yazan bir arkadaşım var: biraz bahseder. Reklâmcı biri var: kapağını yaptırırız. Kuşe kâğıdına basılmış nefis cıvıl cıvıl şömize bir kapak. Sivah çerçeveli ciddi bir ilân: bu kitap ne ciddi kavgaların, ne büyük ve yaygın sıkıntıların, ne de ezilen insanların romanıdır; bu kitap, mustarip bir ruhun iç çekişlerinin romanidır. Sizlere hizmetten şeref duyan yayınevimiz iftiharla sunar: Tutunamayanlar. Belli başlı bütün kitapçılarda bulunur. Taşraya ödemeli gönderilir."
Bir daha tekrarlanmayacak olan bu büyük ve kavranamayacak kadar dramatik oyunda erdemlerden başka neyin değeri olabilirdi, kazanç denebilecek şey, şeref ve haysiyet değil de ne idi? Erdemlerin en üstününe gelince, bu da, elbette, vatanseverlikti.
Mister Frew’a
Sizinle, Mösyö Marten’in aracılığıyla yaptığımız görüşmelerin hâtırasını
memnuniyetle saklamaktayım. Yıllarca memleketimizde ve milletimiz arasında yaşamış olan sizin, hakkımızda en doğru düşünce ve kanaatları taşıyacağınızı beklerdim. Oysa, ne yazık ki, İstanbul çevresinde sizinle bağlantı kuran bazı gafil ve çıkar düşkünü
Bir daha tekrarlanmayacak olan bu büyük ve kavranamayacak kadar dramatik oyunda erdemlerden başka neyin değeri olabilirdi, kazanç denebilecek şey, şeref ve haysiyet değil de ne idi?
Tasavvuf ıstılahında "ayna" tecelligahtır. Yani Allah isimleriyle ve sifatlarıyla seçtigi kalplerde kendini gosterir. Peygamberler ve Allah dostları, bu anlamda Allah'ı yansıtan birer ayna vazifesi görür. Allah, hem kendí vasıflarıyla bezediği bu ulvi şahıslara büyük bir şeref bahseder hem de onlar sayesinde diğer insanların kendilerine çeki düzen vermesini murat eder. Allah dostları, Allah ve insan arasinda berzahta yer alır. Onlar ne Allah'tan ayrıdır ne de Allah'ın aynısıdır
Onlar; Allah'ın tutan eli, gören gözü, konuşan dilidirler, Bu yüzden o mübarek çehreleri izleyenler, Allah'ın yeryüzünde
ki bir temsilcisi, bir vekili ile muhataptır hakikatte.
“İnsanlar şu manasız hayata sıkı sıkıya yapışmış oldukları için Selim’in onlarla anlaşmasına imkân yoktu.”
Bu sözü sosyal ortamda paylaşsam ve altına Oğuz Atay-Tutunamayanlar yazsam sanırım çoğu kimsenin itirazı olmaz. Çünkü Tutunamayanlar’ın kahramanı Selim Işık’ın bir ‘tutunamayan’ oluşuna çok uygun bir cümle bu. Oysa bu alıntı Tutunamayanlar