İstanbul'da Türkçe adlı dükkân, işyeri parmakla gösterilecek, sayılacak kadar azaldı. İşin garibi, memlekette, ata köyümüze kadar aynı durum olmuş. Babam direndi, illâ değiştirmeyeceğim diyor, "Ulan, burası sömürge oluyor" diye bağırıyor. Fakat bir gün, kapıya, kasketlerinde "New Byzantium Municipality" yazan, "Yeni Bizans Belediyesi" demekmiş , iki tane zabıta geldi; bize 2500 dolar ceza kestiler. Babam çırpınıyor, korkuyorum, kızıp götürecekler. "Sakin ol baba", diyorum. Sonra bir hışım, "on gün içinde İngilizce tabelâ asmazsanız, dükkânınız kapatılacak ve müsadere edilecektir" deyip gittiler. Tanıdık bir avukata sorduk. "Aman hemen dediklerini yapın, yoksa işiniz kötü, bilinçli olarak direniyor derlerse hapse bile atılabilirsiniz. KKMF'nin ("Küresel Kraliyet Para Fonu") üç ay evvel dayatıp apar topar geçirdiği yasalar arasında bu da var. Ha, ona göre!". Ne yapalım dövünmekten başka; üstelik bize hak verecek bir tanıdık bile bulamıyoruz. Sonunda biz de, bir sürü masraf edip, nah şu gördüğün rezil tabelâyı astık. Allah hâlimize acısın."
Silah Ustaları
Zak bu fısıldanan soruyu duymuşa bile benzemiyordu. “Ah, genç kahraman döndü,” dedi, “yaşının ötesinde yiğitliklere sahip savaşçı.”
“Neden benimle alay ediyorsun?” dedi Drizzt.
“Kancalı dehşetleri öldüren,” diye sürdürdü Zak. Şimdi kılıçları elindeydi ve Drizzt de palalarını çekerek karşılık verdi. Bu karşılaşmada kuralları
Gece olduğunda yatağıma girip, haydi artık uyuyayım, diyordum. İşte tam o an, sanki şartlı refleks gibi uykum kaçıveriyordu. Ne kadar uyumaya çabalasam da uyuyamıyordum. Uyumaya çalıştıkça aksine uykum daha da çok açılıyordu.
İkimiz tükürelim ikimiz
Sevdiğimizin üzerine
Sevdiği üzerine ikimizin
Dilersen zira bu ikisi
Tam bir vals havasıdır ve tahmin ediyorum
Aramızda geçen karanlık ve o eşsiz şeyi
Terkedilmiş aynaların diyalogu gibi
Emanete alınmış bir yerde belki Foligno
Ya da Auvergne yöresi La Bourboule
Kimi isimler uzak bir gökgürültüsüyle yüklüdür
İster misin
Birkaç ay önce, New York'ta gezinirken, uzaktan, çok İyi tanıdığım bir adamın bana doğru geldiğini gördüm. Ne var ki adamın ne adını ne de onunla nerede tanıştığımı hatırlayabilmiştim. Yabancısı olduğunuz bir kentte kendi ülkenizde tanıştığınız biriyle, ya da kendi kentinizde yabancı bir ülkede tanışmış olduğunuz biriyle karşılaştığınızda kapıldığınız türden bir duygu İçindeydim. Alışıldık yeri dışında görülen bir yüz insanın aklını karıştırır. Bununla birlikte bu gördüğüm yüz öylesine tanıdık gelmişti ki bana, durup onu selamlamak, konuşmak geldi İçimden; ya kalkıp bana, 'Sevgili Umberto, nasılsın?" deseydi; hatta, "Bana sözünü ettiğin o şeyi yapabildin mi?” de diyebilirdi. İşte o zaman gerçekten ne yapacağımı bilemezdim. Kaçmak için zaman kalmamıştı. Adam hâlâ caddenin karşı tarafına bakıyordu, ama gözlerini benden yana çevirmeye başlamıştı bile. İlk hareketi ben yapsam İyi olacaktı; elimi sallar ve sesini, konuşmasını duyunca da kim olduğunu tahmin etmeye çalışırdım.
Artık aramızda 1-2 metrelik bir uzaklık kalmıştı.
Tam yüzüme ışıl ışıl kocaman bir gülümseme oturtmak üzereydim ki birden adamı tanıyıverdim. Anthony Quinn'di. Elbette onunla hayatımda hiç karşılaşmamıştım, o da benimle karşılaşmamıştı. Bin saniyenin binde biri kadar bir zamanda kendimi kontrol altına aldım, gözlerimi boşluğa dikip yanından geçip gittim. "
Müzik dinlemezdi. Neredeyse hiç şarkı ya da türkü bilmezdi. Şiirden anlamaz, bir tek kıta bile bilmez, şiir okumazdı. Hayatı boyunca hiç sinemaya gitmemişti. Kitaplarla arası hiç yoktu. Kitap okuma namına, okul yıllarında yarım yamalak okuduğu birkaç hidayete erme serüvenli yeşil roman ile siyasal İslamcı popüler tarihçilerin çoğu Atatürk düşmanlığıyla, menkıbevi dini anlatılarla ve yalan yanlış bilgilerle dolu birkaç kitabını sayabiliriz. Sağdan soldan duyduğu şeyler üzerinden polemik yapardı. Sosyal medyayı kullanır ancak doğruluğunu teyit dahi etmeden bir sürü şey paylaşırdı. En çok da Osmanlı, ümmet, partisi ve din üzerine paylaşımlar yapardı.