Ölümü düşünmek
"Başkalarının ölmesi bana çok doğal görünüyor fakat ne zaman kendim öleceğimi düşünsem, bir an bile ihtimal veremiyorum."
“Siz beyaz hanım ya da sizlerden biri, daha güçlü bir halk topluluğunca kaçırılsa, dövülse, zincire vurulsa ve uzak ülkelere sürgüne götürülse, sonra da köle diye başkalarına satılsa, çirkin insan örnekleri olarak alay edilse ve yarı aç, kırbaç altında çalışmaya zorlansaydı, sorarım acaba ırkınızdan ne kalırdı bugüne? Zenciler bu ve benzeri birçok dehşete katlanmış, hiçbir zaman ezilmemiştir. Yüzyıllar süren zorbalıklara ve ıstıraplara karşın, günümüzde en iyi atletler, en iyi müzisyenler yine de onlardır. Siz beyazlar, bütün kötülüklerden yengi alarak çıkabilir miydiniz? Söyleyin bakalım, üstün olan kimdir?”
Reklam
Yaşamaya susadığınız halde hayat meselelerini bir mantık her cümerciyle çözmeye kalkışıyorsunuz. Hareketleriniz sırnaşıklık, küstahlık dolu olduğu halde, ne kadar da korkaksınız! Saçmaladığınız zaman kendinizi pek beğeniyor, ama sert küstah sözler sarf ettikten sonra durmadan ürküyor özürler yağdırıyorsunuz. Korku nedir bilmediğinizi iddia ederken hir yandan da yaltaklanıyorsunuz. Bizi hiddetten dişlerinizi gıcırdattığınıza ikna etmeye çalışırken, güldürmek için nükteler savuruyorsunuz. Nüktelerinizin hiç de zekice olmadığını biliyorsunuz, fakat herhalde edebi değerlerinden memnunsunuz. Belki gerçekten acı çektiniz, ama kendi ıstırabınıza dahi zerre kadar saygı duymuyorsunuz. Samimisiniz, bununla beraber iffetiniz eksik; küçük bir gurur uğruna ortaya dökmek ve aşığılamak için, içinizde ne varsa piyasaya sürüyorsunuz... Gerçekten bir söylemek istediğiniz var, fakat korkudan son sözlerinizi daima kekeleyip duruyorsunuz, çünkü bunu açıkça söyleyecek kadar metin değilsiniz: sizinki sadece korkak bir arsızlıktan ibaret. Anlayışınızla övünüyorsunuz, ama bir yandan da tereddütlerle dolusunuz, çünkü kafanız işlediği halde kalbiniz ahlaksızlıkla kararmış; halbuki temiz kalpli olmayan kimsenin idraki tam değildir.
Syf: 41/42Kitabı okuyor
Seni, lavanta kokulu bir sabunda, bir kavun diliminde, açık, uçuk gümüş rengi bir çorapta, bir yasemin dalında, adını bilmediğim, bilmemekten utanç duyduğum halde öğrenmek istemediğim sabun kokulu, el büyüklüğünde bir çiçeğin açışında, yıkık kemerlerde uyuklayan kedilerde, gecenin soğumuş kumunu döven, patlayan dalgaların sesinde, günün ilk ağartısında -karanlık saatler boyunca dağıtıp durduğun yatağında sabahın serinliği çıplaklığına işlemeğe başlarken- uyanmadan çektiğin, örtündüğün bir çarşafın ılık mutluluğunda bulacağım, dirim içimden çekilesiye. Kokularım, seslerim, görüntülerim, anılarımsın sen benim. Dokunduğum, okşadığım, tattığımsın. Kahvaltının üçüncü çayı bittiğinde "uyanmadın mı daha?" dediğim zaman "ne gereği var?" diyen ilk insansın bana.
Keder veren yalnızlığın acısını ne ile kıyaslayacağız? Eğer bir adam, yaşamının mutluluğu olarak neyi görmesi gerektiği konusunda bilgi verdiğini bildiği ya da buna inandığı bir mektuba sahipse ama mektuptaki yazı solgun ve silikse o zaman adam, mektubu endişe ve büyük bir tutkuyla bir andan diğer ana başka bir anlam çıkararak inancına göre, arayıp bulduğu ve kesin olduğunu düşündüğü bir kelimeye dayanarak mektubun geri kalanını yorumlayacaktı. Ama mektubu okumaya başladığı andaki aynı belirsizlikten başka hiçbir şeye ulaşamayacaktı. Giderek büyüyen bir endişeyle mektuba bakacak, ama daha fazla baktıkça daha az görecekti. Gözleri ara sıra yaşlarla dolacak, bu ne kadar sık olursa o kadar az görecekti. Bu zaman sürecinde yazı daha da silikleşecek ve okunaksız olacaktı; en sonunda kâğıt ufalanıp gidecek, ona geriye gözyaşlarından başka hiçbir şey kalmayacaktı.
Sayfa 104Kitabı okudu
- " Her zaman böyle şüpheci misin?" -. " Ne diyebilirim?" Avuçlarını açtı. " Dünya çirkin bir yer. Biz de dünyada yaşamak zorundayız."
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.