"Mehmed Âkif Bey, Safahat'ın altıncı kitabı "Asım"ın bir yerinde, medreselerin artık büyük âlimler yetiştiremediğinden şikâyet eder:
Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnü'r-Rüşdü?
İbni Sinâ niye yok? Nerde Gazali görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?"
(...)
Akif Bey, günün ilimleri ile Kur'ân'ı hakkıyla anlayacak, "usûl" ilmiyle ondan hüküm çıkaracak bir âlimi, kendi zamanında bilmediğini söylemektedir:*
Koca ilmiyyeyi aktar da, bul üç tâne fakîh:
Zevk-i fıkhîsı bütün, fikri açık, rûhu nezîh?
Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek;
Hani bir tâne "usûl" âlimi, yâhû, bir tek?
Aman vermez karanlıklar içindesin
"Hangi perdeyi aralasan gece
Hangi kapıyı çalsan sessizlik"
Gel de inancını kaybetme Tanrı'ya
Deli divane olma gel de
Nereye baksan o zifiri karanlık
Bir meşale gibi yanar yüreğinde
Taştan bir kalabalık bütün insanlar
Gel de yüceliğine inanma kaderin
Durup durup ağlama gel de
Hani delicesine sevdiklerin
Hani o dostlar sevgililer nerde
Nerde çocukluk yılları, gençlik hayalleri
Gel de çekinmeden bak aynalara
Boşa giden ömrüne yanma gel de
Hani bazen durur gibi olur ya dünya Çiçekler kurutmuşuzdur bir gün birlikte
Bir defterde:
Öyle bir şeydir işte kadınlar
Kim bilir ne zaman, nerde, birden, Yaşamışızdır bir sesi,
yanımıza bıraktıkları.
Gittikçe unuttum o kadar insan sevdim de;
Çekik gözlü, kıvırcık sıçlı, düz beyaz yüzlü o kadar
Diyorum elleri nerde? Benimkisi bu bu...
Hani o büyücek sevgiler? Şimdi de yok mu?
Yok denecek bir şey ama var var...