“Geldik ilahiyatçılara! (…) Zira bunlar burunları havada ve alıngandırlar. Beni tövbe etmeye mecbur kılmak için ne yapar eder kıssalarıyla taarruza geçerler. İnatlaşacak olsam, ‘İmansız! Zındık!’ diye feryat figan ederler. (…) Kuruntularının gururlarını okşaması onlara göğün üçüncü katında bulundukları hissini verir ve oradan yeryüzündeki geri kalan tüm ölümlü insanlara, yerlerde sürünen o sığır sürüsüne acıyarak bakar dururlar.”
İhsânat-ı azîmeyi: اللَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْأَحْضَرِ نَاراً
Kelimesiyle işaret edip der: Size böyle ni'met eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız. Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib'åd ediyorsunuz. Hem, semåvat ve Arzı halkeden, semåvat ve Arzın meyvest olan insanın hayat ve mematından Aciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhûde yapar mi zannedersiniz? Der: Haşirde sizi ihya edecek Zât, öyle bir Zättır ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir
Yanına gideceğime, ona, evet, ne istersen yaparız, çünkü ben bu dünyada seni mutlu etmek için varım, diyerek ayaklarına kapanacağıma,
sigara içmek için balkona çıktım.
İnsan güzel bir tenin altındaki çirkinliği görmemek için gözlerini kör etmeden bir kadını sevemez; derinin altında kan, damarlar, yağ, sümük, dışkı; bu fizyolojik iğrençlikleri görmez. Âşık insan kendi gözlerini çıkarmalı, gerçeklerden ödün vermelidir. Benim için ise böyle bir gerçekdışı yaşam, yaşarken ölmek demektir!