“Dokuz yaşına girdiğimde, sekizden dokuza geçerken vücudumda ne gibi değişikliklerin olacağını çok merak ediyordum. Bu yüzden doğum günümün sabahında, erkenden kalktım ve ne kadar değiştiğimi görmek için aynaya koştum. Hiçbir şeyin değişmediğini görmek beni çok şaşırtmıştı, hayal kırıklığına uğramıştım. Hemen annemin yanına koştum, ona saat kaçta doğduğumu sordum. Annem, "Saat 4:20'de," deyince, saat 5'e kadar aynanın karşısında çakılı kaldım. Kendimdeki değişikliği görmek istiyordum, ama o değişiklik bir türlü gerçekleşmedi. O zaman, kendi kendime bu değişikliğin 8 ile 9 yaş arasında değil de, 9 ile 10 yaş arasında olabileceği sonucuna vardım. Bütün bir yılı çok gergin geçirdim. 10 yaşına gireceğim geceyi aynanın karşısında geçirdim, ama hiçbir değişiklik olmadı. Aslında kimsenin büyümediğini düşünmeye başladım, değişim bütünüyle yalandı demek. Ancak, annemin resimlerine baktığımda, onun da bir zamanlar benim gibi olduğunu görüyordum, şimdi ise çok değişimişti. Öyleyse bu değişiklik ne zaman olacaktı, açıklayamıyordum. Derken bir gün, (yazar, kitabın ikinci sayfasına geçiyor) sırrın ne olduğunu anladım. 9 yaşına girdiğimde, 8 yaşımı bırakmış olmuyordum, 10'a girince 9'u bırakmış olmuyordum. 15 yaşımıza girdiğimizde 14, 12, 11, 10, 9, 8, 5 vs... 70 yaşına girdiğimizde ise 60, 50, 40, 12, 5, 3, ve 1 yaşımızı bırakmamış oluyoruz…” ~ Oyunlarla Büyümek ~ İnes Barredo ~ Alıntı ~
Sayfa 62 - EpsilonKitabı okudu
Hikaye
Şeyh-i Mihne’ye bir kocakarı dedi ki: “Sen huzur içindesin, rahatsın; bana da bir dua öğret! Bundan önce bir hayli muratsızlıklara uğradım; dilediğim şeyler olmadı. Fakat bundan böyle artık tahammül edemiyorum. Huzura, istirahate, gönül hoşluğuna kavuşmam için bana bir dua öğretirsen, o duayı, hiç şüphe etme, kendime virt edinirim, her gün okurum.” Şeyh dedi ki: “Ben nice zamandır, yerime oturmuş, dizlerimi dikmiş, öylece kalakalmışım... İstediğim şey için vaktiyle ben de bir hayli koştum, bir hayli yoruldum fakat muradına erişen ne bir zerre gördüm ne de buldum! Aradım taradım ama bu derde bir deva bulamadım ben. Gönül istirahati, insana yüz göstermez vesselam!”
Reklam
Öykü Yazarı İçin Tavsiye
Öyküler için hiçbiri iki sayfadan uzun olmayan yüzden fazla taslak yazmalı, ama öyle kolay anlaşılmalı ki bunlar, içlerindeki hiçbir sözcük gereksiz olmamalı; en özlü, en etkili biçimini buluncaya kadar her gün anekdotlar yazmalı, insan tiplerini ve karakterlerini toplamaktan ve betimlemekten yorulmamalı; her şeyden önce olabildiğince sık anlatmalı ve anlatılanları dinlemeli, öteki kişilerin üzerindeki etkiyi anlamak için dört açmalı gözünü ve kulağını; bir manzara ressamı ve kostüm tasarımcısı gibi gezmeli, tek tek bilimlerde, iyi serimlendiğinde sanatsal etkiler yapan ne varsa özetlemeli, son olarak da insan eylemlerinin güdüleri hakkında düşünmeli, bu konuda öğretilen en küçük bilgiyi bile küçümsememeli, gece gündüz bu gibi şeylerin koleksiyoncusu olmalı. Bu çok yönlü alıştırmayla birkaç on yıl geçirmeli: sonra atölyede yaratılan artık gün ışığına da çıkabilir.
Necip Fazıl Kısakürek'le ilgili
1950'de liseyi bitirince üniversiteye girmek için İstanbul'a geldim. Tabii bu arada merhum Üstad Necip Fazıl'ı da ziyaret ettim. Ama, sonra Ankara'ya döndüm. Orada Siyasal Bilgiler Fakültesini okudum. Ondan sonra da Maliye Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundum. Merhum Üstad Necip Fazıl Bey'in yanında çalışmam söz konusu olmadı. Ama, Ankara'ya geldiğinde ziyaretine gittim, beraber dolaştık. 1954'te birkaç hafta dergide yardım ettim. 1956 günlük gazetesinde de memuriyet yaparken, öğleleri, akşamları, geceleri elimden geldiği kadar her işe koştum. Ama, bu, yanında çalışmak deyiminin dışındadır. Ücret almak asla söz konusu olmamıştır. Aynı ideale hizmetten o zaman bize düşen iş neyse yapılmıştır. Yoksa, İstanbul'a geldi, 13 yıl hiç yanından ayrılmadı sözü yanlış, öğrenciliğim Ankara'da, memuriyetim İstanbul ve Anadolu'da geçti. Ama her fırsatta ziyaretine ve elimden geldiğince yardımına koştum. Biri de Necip Fazıl'ın burslarıma ve müfettiş muavini iken yevmiyelerime el koyduğunu yazdı. Asılsız sözler. Ancak, bir iki defa çok sıkıştığında, bonosuna kefil olduğum oldu. Bunun kimisini ödedi; kimisini de ödeyemedi, yani ödemek zorunda kaldığım borcu olmuştur; ama, bu tabii imkânsızlığındandı. Yoksa bilerek, isteyerek değil.
Léon Werth için Bu kitabı, koskoca bir adama adadığım için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli bir özürüm var: Şimdiye kadar bu adamdan daha iyi bir başka dostum olmadı. İkinci özürüm de şu: Bu adam, her şeyi değerlendirebilir. Çocuklar için yazılmış kitapları bile. Sonra üçüncü bir özürüm daha var: Bu adam Fransa'da oturuyor şimdi, aç, üstelik açıkta. Avutulmak ister. Bütün bu sayıp döktüğüm özürler yetmezse ben de kitabımı onun bir zamanki çocukluğuna adarım tabii. Bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktular (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır ya.) İşte gerekli değişikliği yapıyorum: Çocukluk günlerindeki Léon Werth için
" Şöyle bakayım, kızlarla ilgilenmiyo musun?" "Evet. Kitaplarla tanışmadan önce peşlerine çok düştüm. Ama o günden bu yana hiç vaktim olmadı."
Reklam
493 öğeden 141 ile 150 arasındakiler gösteriliyor.