''Zaman bazı isimleri silikleştirmişti, okunmuyordu. Demek ki mermerde bile kesinlik yoktu. Hiçbir şeye güvenilmezdi, bir ölü vücudu bir yeraltı eylemiydi, bir yerlerde illegal bir biçimde planlanıyordu. Ve ölümün kendisi hiçbir meşruiyet içermiyordu. Bir kalp krizinin, bir kanserin ya da şafak sökmeden led ışıklarıyla aydınlatılmış ama yine de karanlık köşeleri bulunan muğlak bir cezaevi avlusunda apoletleri ve çizmeleri soğuk soğuk parlayan hazirunun boğuntulu bakışlarla izlediği ipe çekilmenin nasıl bir meşruiyeti olabilirdi ?
cami avlusunda imam, ölümün bu dünyadaki en anlamlı nasihat olduğunu söylüyor. "şimdi," diyor, "bu nasihate kulak verin ve bir an için kendinizi ölünün yerine koyun." şimdi çenem bağlı, tabutun içinde yatıyorum, diye düşünüyorum. beni hareket ettirecek bir ip, bir el yok. çenem bağlı, istesem de konuşamam. şöyle diyemem mesela: herkesin bildiği ölümü ben mahrem sandım. hayat tabutun dışında öyle aldırışsız devam ediyor ki, içeride ben utandım! dilencilerin, dileneceğine çalışsana, diye azarlanmaları gibi, ben de tabutun içinde hareketsiz yatarken, öleceğine yaşasana, diye azarlandım ve kendi ölümümden utandım