Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Geleneksel diyalektikte: "İsteseydim sizi tek bir millet yapardım." ilahi fermanının karşıt anlamını yakalama gereği olarak 'öteki' ile beraber var olmanın yolları aranırdı. Öteki denilen şey, ezilip yok edilecek bir şey değil; ancak kendisi ile yarışılacak bir şeydi. "Adem'in çocukları birbirinin uzvu gibidir." diyen Sa'di ve "Varlığı bilmeden kendini bilemezsin ve varlığı bilmek Tanrı'nın kendi eseriyle var olmasının yollarını bilmekse o zaman ben idraki bizi varlığa, varlık bizi Tanrı'ya Tanrı da bizi tekrar bene geri getirir, diyen Molla Sadra gibi bilgelerden aldığımız ilhamla geleneksel ontolojinin karşısında yer alan modern zamanların hakim ötekileştirme eylemini sorgulamalıyız.
Durmadan yağmur yağmasına rağmen, 22 Mayıs 1919'da Kadıköy belediye binası önünde yapılmış olan mitingde 20.000 kişi bulunmuştu, öteki mitinglerde görülen heyecan bunda da aynen vardı, özellikle bir Türk kadınının, çocuğuna vereceği öğüdün ne olacağını burada bağıra bağıra açıklaması, dinleyicileri cidden coşturmuş ve söylediği sözler Türk
Sayfa 235Kitabı okudu
Reklam
Julia ile ben, biz evliyiz, tamam ama her birimizin kendi kişiliği, adı, etkinlikleri, özgürlüğü var. Aşk, ötekini bir öteki olarak tam anlamıyla kabul etmek demektir. Eğer bu öteki size çok yakınsa, ki durum budur, bana göre esas olan farklılıkta uyuma dayanmaktadır.
O halde beni en köklü biçimde tartışma konusu eden kimdir? Sonlu olan benle veya ölümlü ya da ölüm için varlık olmanın bilincindeki benle ilişkim değil, ölerek uzaklaşan öteki önündeki mevcudiyetimdir. Ölerek kesin olarak uzaklaşan ötekinin yanında mevcut durmam, ötekinin ölümünü beni ilgilendiren tek ölümmüş gibi üstlenmem; işte beni kendi dışıma bırakan ve imkansız olmasına rağmen beni bir cemaatin açıklığına açabilecek tek ayrılık. Georges Bataille: "Bir canlı benzerinin öldüğünü görürse varlığını artık ancak kendi dışında sürdürebilir." "Ölen öteki"ne elini uzatan "ben"im onunla sürdürdüğüm sessiz söyleşiyi sadece ölmesine yardım etmek için sürdürmem, öleni kökten bir şekilde mülksüzleştirdiği oranda paylaşılmaz olan mülkü ve en kendine özgü imkanı gibi gözüken olayın yalnızlığını paylaşmak için sürdürürüm. "Evet, doğru (hangi hakikatin doğrusu?), ölüyorsun. Ne var ki, ölürken, uzaklaşmakla kalmıyorsun, hala mevcutsun, çünkü bana bu ölmeyi her zahmeti aşan uzlaşma olarak sunuyorsun ve bu uzlaşmada ben, seninle birlikte sözü de kaybederek, sensiz seninle birlikte ölerek, beni senin yerine ölmeye bırakmanla, bu bağışı senin ve benim ötemde kabul ederek yürek parçalayan şeyin içinde yavaş yavaş titriyorum." Bunun cevabı şudur: "Ben ölürken seni yaşatan yanılsamada." Buna da şu cevap verilir: "Sen ölürken seni öldüren yanılsamada."
Dil ve Üslup Dil, Atsız'ın dilidir. Açık, duru, anlaşılır ve akıcı. Su gibi akar cümleler. Hiçbir cümle, hiçbir paragraf, anlaşılmazlığından ötürü sizi durdurmaz. Eğer duruyorsanız ve bir cümleyi, bir paragrafı yeniden okuyorsanız bu anlamadığınızdan değildir. Tam tersine çok iyi anladığınızdandır. Cümleler sizi can evinizden vurmuştur. Bir
Baban iki parçası arasında bölünmüş biriydi, diyordu Rahim Han mektubunda. Ben yasal parçaydım; toplumca onaylanan, meşru yarı; Baba’nın suçunun, masum ama somut kanıtı. Hasan Babanın öteki yarısı. Yasadışı, ayrıcalıksız parçası. Belki de Baba’nın, yüreğinin en gizli köşelerinde, gerçek oğlu olarak gördüğü parçası.
Sayfa 319Kitabı okudu
Reklam
Beyin bir bilgi parçasının bildirgesel olarak saklanıp saklanmadığını nasıl bilir? Örneğin size, “İstanbul’un nüfusu ne kadar?” diye sorulduğunu varsayın. “Bütün bunları ben nasıl sayarım?” diye endişelenmenize gerek kalmadan, oniki milyon sayısı bir şekilde zihninizde belirir. Şimdi de size, “oturma odanızda ne kadar sandalye var?” diye sorduğumu varsayın. Burada tersi olur - yanıtı zihinsel almanağınızdan çekip çıkarmaya çalışmak yerine hemen ya odaya gidip sandalyeleri sayarsınız ya da odayı kafanızda canlandırıp odanın imgesindeki sandalyeleri sayarsınız. Sorular tek tipti - “ne kadar?”- ancak birisi, bir bildirgesel bilgi parçasının getirilmesine neden olurken, öteki yanıtın bulunmasında yordamsal bir yöntemin yürütülmesine neden oldu.
Romanın Macerası: Bozkurtların Ölümü Atsız'ın, tarihin tozlu sayfalarından çıkardığı Kür Şad'ın hikâyesidir. 639 yılında Çin sarayını basan 41 yiğidin hikâyesini Atsız Fransız kaynaklarından, muhtemelen Hüseyin Cahit'in De Guignes tercümesinden, daha üniversite yıllarında okumuş olmalıdır. Çin kaynaklarında Cie-şı-şuay olarak geçen
Şu çağın en büyük derdi insan. Dostu, sevgilisi, iş arkadaşı, akrabası... Seçebildiklerimiz de seçemediklerimiz de dert olabiliyor. Her şey yolunda gitse, insanlar zaman zaman can sıkıyor. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi soruyorlar, neyin var? Paul Auster cevaplıyor: "Benim bir şeyim yok. Doğru insana rastlamadım, hepsi bu." Yeni bir
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.