Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
(...) Güzel bir müziğin ezgileri yanında, ağacı, denizi ve insana olan sevgiyi anlatan sözün güzeli yaşamın durağanlığında, bir an için de olsa, içimize bir sıcaklık, bir umut katabilmektedir. Yoksul gecekondulara giren kapkacakların pırıltılı yeniliklerinde büfelerin bibloların, televizyon altlıklarının formikalarında, belki de ilk kez bu evlere, bu evlerdeki yaşama, zanaat ve elişlerinin yıkımından beri bir geometri girmektedir. Daha iyi bir yaşama özlem, sessizce ve büyük fedakarlıklarla kentin yoksul semtlerine taşınan bu eşyalarda somutlaşmaktadır. Bu metalaşmış eşyalar, belki de uyandırdıkları esenlik, zenginlik ve başkalarından geri kalmamak duyguları ile "yarışmacılğın" bu türünden önceki insanın prehistoryasını da canlı bir özlem olarak sürdürmektedir.
Sayfa 240 - bir sosyolog bakışıyla müthiş..
Canım işte yalnızca bunu yazdım; ne yazacağımı bilmiyorum, düşünmedim de öylesine, bu sözcüğü yazdım: Canım, içimden akmağa çalışan özlem türkülerini geri itiyorum; onların yeri burası değil.
Reklam
“”Keşke”nin anlamı, özlem ile pişmanlık arasında bir bağlantı kurar gibi- ama bu, temelde, bir karşıtlıktır: Özlemin “keşke”si , “Keşke herşey hep eskisi gibi olsa” derken, pişmanlığın “keşke”si; “Keşke eskisi gibi olmasa” der.”
Büyük özlem üzerine
Ey ruhum, sana “bir zamanlar” ve “eskiden” dercesine “bugün” demeyi öğrettim ve bir de dansını tüm Burada, Şurada ve Oradakilerin üzerine etmeyi. Ey ruhum, seni tüm köşelerden kurtardım, tozu, örümcekleri, bulanık ışıkları üstünden aldım. Ey ruhum, seni küçük utançtan ve köşede kalmış erdemden temizledim ve güneşin gözleri önünde çıplak durmaya
Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur; özlem de sevginin ikiz kardeşi...
Evrensel hukuk hayali üzerine
İnsanlık tarihi bize şunu öğretiyor: Normatif hukukun tüm bireyler (yurttaşlar) için geçerli sayılan ilke ve kavramlarının düşüncede yaratılmış ideal evrenselliği ile farklı bireylerin, farklı grupların, farklı zümrelerin, farklı sınıfların ve nihayet farklı toplumların farklı çıkar, ilgi, amaç ve değerlerinin tekilliği ve özgüllüğü arasında kapatılamaz bir uçurum vardır. En önemlisi de, evrenselci bir söylem içerisinde gruplar üstü, sınıflar üstü, çıkarlar üstü, yönetimler üstü, ideolojiler üstü bir şekilde sunulan bir hukukun arkasında da, bir grubun, bir sosyal sınıfın ve giderek bir kültür çevresinin ilgi, çıkar, amaç, değer, yönelim, zihniyet ve ideolojisinin yattığı, özellikle Yeniçağ Batı tarihinden bildiğimiz bir husustur.
Reklam
Sanki içinde iki kişi yaşıyordu. Biri sıradan bir okul çocuğuydu, annesi babası ile günlük rutinlerine devam eden 1 numaralı kişilik diyecekti buna. 2 numara ise oldukça farklıydı, o gezer, doğaya, düşlere ve Tanrı'ya yakın dururdu.
Ahlak felsefesi (etik) ile hukuk felsefesinin temel kavram ve sorunlarının, herhangi bir ahlak ve herhangi bir hukuk anlayışından bağımsız olarak tanımlanıp irdelenmesinin ve tartışılmasının mümkün olmadığı, özellikle son iki yüz elli yıldır bu kavram ve sorunların liberal ve liberal olmayan anlayışlar ve tabii ki ideolojiler çerçevesinde tartışılmakta olduğu açıkça görülmelidir. Liberalizmin bu konu ve sorunları (üstelik küçümseyici bir tavırla) ideolojiler üstü bir zeminde tartışmak gerektiği hususundaki iddiasını da, liberalizm savunucularının bir ideolojik taktiği olarak değerlendirmek gerektiğini, hatta bunun bir tuzak olduğunu ve bizim ülkemiz gibi ülkelerin düşünen insanlarının bu tuzaktan sakınmak zorunda olduklarını vurgulamak istiyorum.
Liberalizmin ekonomik yüzü ile, hukuksal yüzünün birbirleriyle çelişmesi
Ekonomide sınıfları, aşırı gelir dengesizliğini, bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıf karşısında üstünlüğünü, insanlar arasındaki eşitsizliğin doğal sonucu olarak gören natüralist tavırlı bu fiili liberalizm, hukuk alanında “hukuksal liberalizm” doğrultusunda bir formel eşitliği gözetmeye (hiç olmazsa görünüşte) ne kadar gayret ederse etsin, kendisinin sebep olduğu ekonomik ve sosyal eşitsizliklerden kaynaklanan toplumsal sorunların ve huzursuzlukların üstesinden gelememiştir, gelemez. O böyle bir gayreti, ancak bu sorun ve huzursuzlukların kendi egemenliğini tehdit etmesi karşısında ve sınırlı bir şekilde göstermiş, ekonomik ve sosyal iyileştirmelere bu tehdidin büyüklüğü oranında kerhen başvurmuştur.
Halkın demokrasiye ne zaman ve ne ölçüde “layık” hale geldiğini tespit ve tayin etme yetkisi ve gücü, Jön Türkçü İttihat ve Terakki yönetimi altında devletin elinde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de Kemalist devletin elinde olmuştur. Bu durum, 1950’li yıllarla birlikte görünüşte demokrasiye geçilmiş olmasına rağmen devlet iktidarının müdahaleleri dolayısıyla fiilen tam anlamıyla geçilememiş olmasından dolayı, günümüzde de fazla değişmiş görünmemektedir. Osmanlı pozitivizmi ile Cumhuriyet pozitivizmi arasında bu açıdan da önemli bir fark olduğu söylenemez.
Reklam
Jön Türk fikriyatı veya Osmanlı pozitivizmi ile Cumhuriyet pozitivizmi olarak Kemalizm arasında kopuşlardan çok, esasen bir süreklilik olduğu söylenebilir. Örneğin, Kemalizmde halkçılık, Rousseaucu cumhuriyetçilik anlayışına sıkı sıkıya bağlı bir biçimde, “ulusal egemenlik” kavramıyla bağıntılıdır. Siyasi temsil ve yönetime katılma ilkesi olma yönüyle halkçılık, elbette bir demokratik ilkedir. Ne var ki aynı ilke, halkın kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkı olmayı da içerir. İşte bu yönüyle halkçılık, özellikle 1930’lu yıllardan sonra “halka rağmen halk için” formülü altında ifade edilmiş ve tıpkı Jön Türkler’de olduğu gibi, halkın demokratik katılımını ve temsilini gerçekleştirmekten çok, devletin ve devlet iktidarının pekiştirilmesinin aracı kılınmıştır.
"Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur; özlem de sevginin ikiz kardeşi..."
Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur; özlem de sevginin ikiz kardeşi…
Sayfa 117Kitabı okudu
umut ve bekleyiş ile hayatın ta kendisini kaçırmak
(…) her zaman daha iyi şeylerin beklentisiyle yaşıyorsak eğer, aynı zamanda çoğu kez geçmişte kalan şeyler için pişmanlık ve özlem de duyarız. Diğer taraftan içinde bulunduğumuz anı sadece gelip geçici, ömürsüz bir şey olarak görür ve ona sadece hedefimize ulaştıracak bir araç nazarıyla bakarız. Dolayısıyla çoğu insan, hayatının sonuna gelip de geriye dönüp baktığında bütün ömrü boyunca dikkat etmeksizin yaşadığını görecek ve dikkat etmeksizin ya da tadını çıkarmaksızın bakıp geçtiği bir şeyin hayatın ta kendisi olduğunu bir başka söyleyişle, yaşamayı beklediği (ya da beklentisi içinde yaşadığı) şeyin bizzat kendisi olduğunu görüp şaşıracaktır. Dolayısıyla insan hakkında genel olarak, umutla şaşkına dönmüş vaziyette ölümün kollarında dans ettiği söylenebilir.
Ayrılış ilişkinin kayıp çocuğudur; Özlem dr sevginin ikiz kardeşi...
Sayfa 117Kitabı okudu
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.