Sadece anlamsızlığın kabul edildiği bir ortamda, her ne kadar derme çatma olsa da anlamlı bir bağlam oluşturan şemalara bile tehlikeli gözüyle bakılır.
Ama Nuri öldü. Ölülerle dans edilmez. Bu da budalalık. Niçin ölülerle dans edilmesin? Madem ki zihnimizde yaşıyorlar. Leyla o gece teslim olmuştu. Biliyorum ki teslim olmuştu. Bakışlarıyle, gülüşüyle onundu. Eski Sümer mühürleri gibi, kabartması onun balçığını zaptetmişti. Sonra birdenbire göz göze geldik ve her şey bitti. Bir ağaç dalına takılıp sönen bir balon gibi orada sarktı, biçare ve isteksiz. Oracıkta sönmüş balon, zavallı Leyla. Ve böyle gözlerimin önünde küçüldüğü için onu birdenbire çok başka türlü sevdim. Korkuya, kıskançlığa çok başka bir şey karıştı. Şimdi bile ne olduğunu bilmediğim bir şey. Hiçbir zaman anlamadığım, anlayamayacağım bir şey. Birdenbire Leyla benim için bir daha unutamayacağım bir şey oldu.
«Ben isyan denen şeyi hiç anlamadım. Kızdım, kendimi yedim, fakat isyan etmedim... Nevzat, Süleyman hepsi isyan ettiler... Süleyman geleceğini kendi eliyle yaktı. Nevzat öldü sandığı çocuğunu kaderin yüzüne fırlattı. Çocuk iyi oldu, fakat...» Sonra birdenbire yine kendisine döndü. «Belki tek eksiğim bu oldu. Daima evin uslu çocuğu kaldım. Kendimi gizledim ve düşündüğümden başka türlü hareket ettim... Daha doğrusu kaçtım. Daima zihnimin bir köşesinde yaşadım.»
Hangimiz ahmak değiliz sanki... Rüyamda kendimi bir başkası gibi seyrediyordum ve bunu biliyordum. Sanki camdan bir oda içindeydim. Bir köşede oturmuş düşünüyordum. Fakat yüzüm kendi yüzüm değildi. Tanıdıklarımdan birinin yüzüydü.