Kendimi bu mukayeselere kaptırıp gitmişim, Gertrude'ün Neuchâtel'deki konserden ne kadar keyif aldığını bahsetme- yi unutmuşum. Tam da Pastoral Senfoni'yi çalıyorlardı. "Tam da" diyorum çünkü malum, bundan başka hangi parçayı ona dinletmeyi daha fazla isteyebilirdim ki? Konser salonundan çıktıktan sonra Gertrude epeyce bir süre dut yemiş bülbül gibiydi.
"Gördükleriniz sahiden bu kadar güzel mi?" diye sordu aniden.
"Ne kadar güzel mi canım?"
"Şu Dere Kenarındaki Sahne kadar..."
Hemen cevap vermedim, çünkü aklım dünyayı olduğu de- ğil, olma ihtimaline sahip olduğu, kötülüğe ve günaha yer
olmayan hâline boyayan tarifsiz armonilerdeydi. Henüz Gertrude'e ne kötülükten ne günahtan ne de ölümden bah- setmeye dilim varmıştı.
"Gözleri olan insanlar mutluluk nedir bilmezler..." diye- bildim sonunda.
"Fakat gözleri olmayan biri olarak ben, duymanın verdiği mutluluğu biliyorum!" diye yanıtlayıverdi beni.
Sonrasında bana anlatınca öğrendim: Kuşların ötüşünün tamamen ışıktan kaynaklandığını hayal eder, sıcaklığın yanaklarını ve ellerini okşadığını hissedermiş. Bunun üzerine kafa yormamış bile. Nasıl su ateşin yanında kaynamaya koyuluyorsa ona göre sıcak havanın şakıması da gayet doğalmış. İşin aslı, onunla ilgilenmeye başladığım güne kadar hiçbir
Yazarımız, eserin konusunu Robert Greene’in 1588’de basılan ‘Pandosto’ yapıtından almıştır. Hatta eserdeki çoğu karakterin ismi bile aynıdır. Pandosto’da olmayan, bu yapıtın son sahnesinde yer alan heykelin canlanması ve iki karakterin buluşma sahnesinin de 17.yüzyıl temsillerinde ahlaki bulunmayıp sansürlendiğini öğreniyoruz. 18,19 ve
“Çocukların anne babalarının iç hayatını anlama kabiliyetleri sınırlıdır, onu kendi öznelliklerinin merceğinden algılar ve sadece kendilerini etkilediği ölçüde anlarlar. Çocuklar bu bakımdan son derece kalın kafalıdır”. Hayata eksik ve bağımlı olarak başlamak bizi bir çok şeye mahkum bir varoluş sunar. Bu istesek de istemesek de başımıza gelir.