Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Uğur Savcı

Biz Cezayir'e gelmeden, yerlilerin âdeti, kâfiri görünce çil yavrusu gibi dağılmaktı. Yüz yıldan fazla zamandan beri Cezayir'de devlet ve hükûmet diye bir şey yoktu. Kâfirler bunu nimet bilmiş, sahilin en iyi limanlarını ele geçirmişlerdi. Şimdi verdiğimiz bütün emekler bir avuç akılsız yüzünden heba olmak üzereydi. Ülkeye getirdiğimiz ticaret ve zenginlik ise biz çekilir çekilmez ortadan yok olurdu. Ancak aklı kısa olanlar, bu hakikatten gaflet ediyorlardı. Düşündüm ki, bir müddet için Cezayir'i bırakıp ülkenin bir köşesine çekileyim, korsanlıkla uğraşayım, kara işleriyle meşgul olmayayım. Bakalım, Cezayirliler ülkelerini nasıl idare ederler, nasıl geçinirler, nasıl savunurlardı? Birkaç yıl önce olduğu gibi elçi elçi üzerine gönderip geri dönmem için yalvaracakları muhakkaktı. O zaman geri dönerdim, artık bizi Cezayir'den kimse çıkaramazdı. Zira askerlik ve devlet idaresi Türk'e mahsustur.
Reklam
Taş Yürek beyazların Missouri Irmağı bölgesini Kızılderililerin yaşayamayacağı bir duruma getirdiklerini söyledi. ''Irmak boyunca tek bir ağaç kalmamış,'' diyordu. ''Oysa eskiden nasıl ağaçlarla kaplı olduğunu siz de görmüşsünüzdür. Büyük Baba'nın adamları ormanı yok etmiş.'' Kırmızı Köpek de, ''Şimdi yaşadığımız su kıyısına geleli altı yıl oluyor. Bize vaat edilenlerin hiçbiri yerine getirilmedi,'' dedi. Bir başka reis ise, Büyük Baba'nın bir daha yerlerinden edilmeyeceklerine söz verişinden beri beş kez sürüldüklerini hatırlattı. ''Bana kalırsa, Kızılderililere tekerlek takın,'' diyordu acı acı, ''Böylece istediğiniz zaman sürüp götürebilirsiniz onları.''
Sayfa 304Kitabı okudu
Bir zamanlar içinden tatlı sular akan, Kızılderili adları taşıyan ırmaklar çamur ve çöplerle bulandı; Avrupalılar doğadaki her şeyden, canlı ormanlardan, ormanlardaki kuşlardan, hayvanlardan, ormanların içinden geçen yollardan, sudan topraktan, havadan nefret ediyordu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Cumhuriyet'in Atatürk tarafından belirlenmiş kuruluş felsefesi en basit tanımıyla ''akıl'' ve ''bilim'' eşliğinde çağdaşlaşmaktır. Çağdaşlaşmak için ''din'' ile ''siyasetin'' birbirinden ayrılması ve dünyevi hayatın dini kanun ve kurallar yerine dünyevi kanun ve kurallarla düzenlenmesi, yani ''laiklik'' çok önemlidir. Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk, ''Ölülerden yardım istemek, uygar bir toplum için ayıptır. Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevi ve manevi yaşamda mutluluğa eriştirmekten başka ne olabilir? Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında filan veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır,'' diyen Atatürk, bilindiği gibi tekke ve tarikatları kapatmış, şeyhe, şıha biat kültürüne son vererek kula kulluk etme dönemini sona erdirmiştir. Şu sözler de Atatürk'e aittir: ''Tekkeler kesinlikle kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her kolda doğru yolu gösterecek güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilim ve teknikten kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz; başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan sapmışların amacı, halkı kendinden geçmiş ve abdal yapmaktır. Halbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir iş görünür; fakat önemi vardır. Biz dünya ailesi içinde uygarız. Her görüş noktasından uygarlığın gereklerini uygulayacağız.''
Sayfa 102Kitabı okudu
''Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen bu toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...''
Reklam
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde, On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci, uzunu, Darülmuallimin mezunu Nurettin Eşfak, mavzer tabancasının emniyetiyle oynayarak konuşuyor: -Bizim İstiklal Marşı'nda aksıyan bir taraf var, bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam, fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum. Mesela, bakın: ''Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.'' Hayır, gelecek günler için gökten ayet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize. Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair. ''Kim bilir belki yarın...''
''Niçin bu fukara ülkelerde insanlar o kadar da sporcu olma yeteneğine sahip değilken, böylesine büyük bir merak duyarlar maçlara? Hangisi hayatında spor yapmıştır? Protein alamayan çelimsiz kişilerdir çoğu. Giderler ta sabahtan sabah namazı, yer bulabilmek için tribün kapılarında saatlerce beklerler. O kadar eziktirler ki bu insancıklar, bir yenme özlemi içindedirler. Takım galip geldikçe, içlerindeki hayat ezikliğini atarlar. Sanki kendileri galip gelmiş gibi olurlar. Ve takım yenilince de gözleri görmez gibi olur. Gittiğin zaman maça bağırır çağırır, at golünü, ye onu, hakeme kızar küfür eder, hırslanır. Aslında, bütün bu deşarjlar, hayattaki bunalımından ve boyuna yenik düşmekten gelmektedir, Ve bu ruhsal boşalma, bütün geri ülkelerin spor gösterilerinde aynı sonuçları verir. İşssizlik, eziklik, sömürü düzelmedikçe asayiş konusu da çözümlenemez. Bilmiş olun bunu.'' 1965 seçimleriyle oluşan Meclis'in ve Türk parlamento tarihinin tek aykırı grubu ''TİP'li milletvekilleri'' adına Çetin Altan konuşuyordu kürsüde. O dönem ''sol''unun el üstünde tuttuğu ''afyon teorisi''nden esintiler taşıyan; iyi kötü, doğru yanlış, ama en azından ciddi ve iyi niyetli kaygılarla bezeli bir konuşmaydı. Ne hakkında? 43 kişinin öldüğü Kayserispor-Sivasspor maçı hakkında... Ap sıraları, gevrek gevrek cevap veriyordu: ''Toto oynasınalar, toto...''
Sayfa 206Kitabı okudu
Spor basınından parça parça Spor basınını eleştirmek, spor yazarlarına yüklenmek son yılların modası. Zaman zaman sıkıcı hale gelen bir moda. Hele spor sayfalarının, ''bütün'' içinde yalnızca bir parça olduğu düşünüldüğünde. Ama öyle yazılar, öyle olaylar var ki, o parçalar birleşince bu kez de ''nasıl eleştirilmez'' dedirten farklı bir ''bütünümsü'' çıkıyor ortaya. Mesela: '' Hakem senin anan var mı demiyorum. Bütün analar kutsaldır çünkü. Senin bacın var mı bacın?'' İnanması zor ama, bu bir spor yazısının girişi.
Sayfa 182Kitabı okudu
Celtic ve Rangers veya Rangers ve Celtic
Fearon’a, Rangers ve Celtic’in Ulster’de ne kadar popüler olduklarını sordum. “Celtic ve Rangers”, diye düzeltti. “Altı bölge içinde en fanatik Celtic ve Rangers taraftarları buradan çıkar.” O da onlardan biriydi. “Omuzlarlarıma bir bayrak atarım, boynuma, üzerinde Papa’nın resmi olan bir kaşkol bağlarım ve “Kraliçeyi S...m şarkısını söylerim. Benim gibi binlercesi var.” Niçin? “Ben haksızlığa uğramış, sürekli ezilmiş bir milliyetçiyim ve Parkhead’deki tribünlerde ayağa kalkıp karşıya bakarsanız, bize bunu yapanları görürsünüz.”
Sayfa 373Kitabı okudu
8- Bir başkasının ruhunda olup bitenler üstünde hiç düşünmemiş olmaktan ötürü mutsuz bir insan görmek, kolay değildir. Kendi öz ruhlarına ilişkin devinimlerin bilincine varamayanlara gelince, bir gerekliliktir onların mutsuz olması.
Sayfa 15 - Oda YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Nerede şimdi at, nerede süvari? Nerede çalınan borular? Nerede zırh ve miğfer, nerede uçuşan saçlar? Nerede harpın teline dokunan el, nerede yanan kızıl ateş? Nerede bahar, nerede hasat, nerede uzayıp giden başaklar? Gelip geçti hepsi, dağdaki yağmur, kırdaki yel gibi; Batı'da günler tepelerin gerisindeki gölgeler içinde kaybolup gitti. Kim toplayacak şimdi kuru ağacın dumanını? Kim görecek Deniz'den dönüp gelen, akan yılları? "Böyle söylemiş unutulmuş bir şair yıllar önce Rohan'da.
Bahreyn bölümü
Üçüncü dünyanın tarifi ne fakirlik ne endüstrinin gelişmemişliğidir. Üçüncü dünya yarını düşünmeyen toplumlardan oluşur.
Sayfa 68 - Aşina kitaplarKitabı okudu