Ey gözlerinin çevresi mor, benzi tutuşmuş, Akşamladığım yolları yalnız gezen âfet!
Kaç yıl geçecek, böyle hazin, böyle habersiz, Sen Marmara'nın göl gibi durgun bir ucunda, Ben böyle atılmış gibi yurdun bir ucunda,
Sen benden uzak, ben sana hasret?
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi alevden;
Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu...
Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...
Ey
Memet,
ben dilimden, türkülerimden,
tuzumdan, ekmeğimden uzakta,
anana hasret, sana hasret,
yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim,
ama sürgünde değil,
gurbet ellerde değil,
öleceğim rüyalarımın memleketinde,
beyaz şehrinde en güzel günlerimin.
Adamın birisi çok sevdiği dilberi epey zamandan beri görmemiş. Onu birden görünce
Uzun zamandır neredesin gözükmüyorsun
Sana hasret kaldım
Kadın ona şu güzel cevabı vermiş
Bana hasret kalınız ama usanmayınız
"Sen Marmara'nın göl gibi durgun bir ucunda
Ben böyle atılmış gibi yurdun bir ucunda,
Sen benden uzak, ben sana hasret?
Sarmış beni gurbet,
Sarmış beni Mecnun diye zincir gibi dağlar"
Faruk Nafiz Çamlıbel