Yakın zamanda izlediğim "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" filmi ile oldukça bağdaştırdığım bir eserdi. Zira filmi izlemeden önce, savaşın insan canına veya insan psikolojisine ne denli boyutta kast ettiğini, üstünde durarak düşünmemiştim. Filmi izleyip üstüne kitabı okuduktan sonra anladım ki savaş; birkaç insanın çıkarı uğruna milyonlarca insanın ölümüne yol açan ve bu katliama sebep olanların "ama buna mecburuz" gibi söylemlere sığındığı bir vahşetten başka bir şey değilmiş.
Stefan Zweıg bu eserini yazmadan önce, savaş sırasında bir devlet dairesinde memur olarak çalışıyor. Savaşın gerçek yüzünü görmediği için her şey güllük gülistanlık gibi geliyor ona. Ta ki cepheden yaralı dönen askerlerin gördüğü ana kadar. O andan itibaren savaşa karşı görüşü tamamen değişiyor ve ardından bu kitabı yazıyor.
Kitapta ise karakterimiz Ferdinand savaştan kaçıp karısıyla birlikte İsviçreye sığınıyor. Daha sonra cepheden evine, orduya çağrıldığına dair bir mektup alıyor. Olaylar da bundan sonra başlıyor. Ferdinand'ın iç muhasebesi ve karısının Ferdinand'ı cepheye gitmemesi, buna mecbur olmadığı, kocasının özgür olduğu konusundaki telkinleri ve ikna etme çabasına şahit oluyoruz. Ve bizi ikilemde bırakan bir sona doğru ilerliyor.
Bakalım Ferdinand'ın vatan sevgisi mi yoksa aşkı mı galip gelecek?