Gül yanakları o gül bahçesinin yüzünden gülseydi, can baharı tazelenirdi, beden fidanı gülmeye başlardı.
O canın canına can olan, yalnızca yüzünü gösterseydi, bedenim lûtfuyla can olurdu, canımsa güler dururdu.
O yüzlerce Firdevs’in ışığı güzel, hey deseydi bana, konuk geldim; şu ev Firdevs kesilirdi; gül bahçesi gibi gülerdi.
O tümden söyleyen, dilini açıp söze başlasaydı, ölmüş beden dirilirdi de kekemeye gülerdi artık.
O sevgililerin sevgilisi, hilelerle, düzenlerle bir görünseydi, canlar fenlere, hünerlere sahip olurdu da her hünere, her sanata gülerdi.
Apaçık bir gülseydi o, aşkla perdeler yırtılırdı, dünyaya bir kargaşalıktır düşerdi, gizli şeyler ortaya çıkar giderdi.
O güzellik padişahı yakadan bir baş gösterseydi, bütün güzellik kaftanları, ta eteklerine kadar gülmeye koyulurdu.
O yüzlerce gökyüzünün Ay’ı, ansızın bir harman yapsaydı, neşe başaklara dönerdi de harman gibi güler dururdu.
O bir lûtuf gösterseydi de can gözlerini açsaydı, lûtuf bile şekle bürünürdü, en katı şekil bile gülmeye başlardı.
Padişahlar padişahı, kaanlar kaanı, bir yoksula ihsanda bulunsaydı, o yoksul, hazine haline gelirdi de hazinelere gülerdi.
Lâ’l dudaklarının şarabı gayb perdesinden yüz gösterseydi, güzellik bir sarhoşcağız olurdu da en güzele bile gülmeye koyulurdu.
Lâ’l dudakları hikmetlerden inciler bağışlasaydı, mermer bile lâ’le dönerdi de madene gülerdi.
O âşık öldüren kahredici, merhametle, sevgiyle karılsa, birleşseydi, granitten yapılma dağdan sütler coşardı, demire kadar her şey gülerdi.