Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

şifa

şifa
@sifagull
kendime ne zaman kavuşcam
Koca Şehirde Yapayalnız
"Genç bir adam bir kapıyı çalıyor, şefkate susuz, hayata susuz. Hapishane, dostların ihaneti, kopuşlar, yuvarlanışlar. Tenin açlığı, ruhun açlığı ve anlaşılmayan bir kalp ve anlaşılmayan bir kafa ve anlaşılmayan bir vücut. Bir pansiyon odasındadır, koca şehirde yapayalnız. Dehasıyla yalnız, kültürüyle yalnız, ıstıraplarıyla yalnız. Tahta kapıyı yumruklayan eller, soğuk bir kış günü. Sırtında paltosu var mıydı hatırlamıyor. Belki bir dosta bir kadeh rakı ısmarlamak için satmıştı. Bütün hayatı vermekle geçti; bilgisini, zamanını, kalbini. Başkalarında yaşadı, başkaları için yaşadı. Kendisinin olmayan bir dava yüzünden damgalandı ve uğrunda çarmıha gerildikleri onu taşladılar. Hayatı bir delinin yazdığı hikaye. O çakalların bile içmediği bir kaynak..." (Mektuplar, 12.10.1966)
Sayfa 40
Reklam
Kitle insanının hayatı tefekkür olmaksızın şekillendirilmektedir. Bu insan tipi hiçbir yerde esrarı, muammayı fark etmemektedir. O şaşırmamakta, hayranlık duymamakta, bilinmeyen karşısında korku hissetmemektedir. Kısaca o ruhuyla yaşamamaktadır. Her şeye rağmen sorun ortaya çıktığı noktada, o, sorunu adlandırır, ona isim verir ve böylece soruna çözüm bulduğu yanılgısıyla yaşamaya devam eder. Bu isimlendirmelerden bazıları şunlardır: içgüdü, maddenin üst seviyede organize oluşu, üst seviyede organize olmuş maddenin kompleks yapıları vb. Hayatı yalnızca bilim insanlarının açıklamalarıyla anlamamız mümkün değildir. Çünkü hayat bir mefhum olduğu oranda bir mucizedir de. Ressam Jean Dubuffet der ki: "Ağaç beni hayranlık uyandıracak derecede şaşırtıyor". Şaşırmak ve hayranlık duymak, hayatı anlamamızın belki de tek şeklidir.
Ne var ki, daha kimse ilkel insan hayatının her zaman ve her yerde neden kültler, gizemler, yasaklar ve inançlarla dolu olduğuna dair tatminkar bir izah getirememiştir. İnsan neden yıldıza, taşa, nehire, kısaca her şeye hayat ve şahsiyet vermek istemiştir. Niçin farklı şekilde değil de, dünyayı tam da bu surette görmüştür? Medeni insan, bunun aksine, neden her şeyi nesneleştirmeye, şahsiyetsizleştirmeye, biçimsizleştirmeye, anorganik ve mekanik olana indirgemeye meyillidir?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
...burası bizim toprağımız. Bu toprağı biz ölçtük, biz parselledik. Biz bu toprağın üstünde doğduk, bu toprağın üstünde vurulduk, bu toprağın üstünde öldük. Bu toprak bir işe yaramasa bile, yine bizim toprağımızdır. Bu toprağı bizim yapan da bunlardır; onun üstünde doğmamız, onu işlememiz, onun üstünde ölmemiz...
...Belki gelecek yıl iyi bir yıl olur? Gelecek yıl kimbilir ne kadar pamuk alırız? Hele bir de savaş çıkarsa!.. Pamuk fiyatı kimbilir ne kadar fırlar. Pamuktan patlayıcı maddeler yapmıyorlar mı? Asker elbiseleri dikmiyorlar mı? Eh, bakarsınız bol bol savaş olur, pamuğun fiyatı tavana kadar fırlar. Belki bu, gelecek yıl oluverir?.
Reklam
"Hikmetini ve iç yüzünü öğrenmek istediğim şey Ben'di. Kurtulmak, alt etmek istediğim şey Ben'di. Ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. Doğrusu dünyada benim bu Ben'im kadar,bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum, Siddhartha olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiç bir şey kurcalamadı. Ve dünyada kendim kadar, Siddhartha kadar az bildiğim başka hiç bir şey yok!
"...belki de bir kelebek o kadar memnun ki rüyasından, hiç uyanmak istemiyor uykusundan."
"Herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı, derdi dedem. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Veya ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey. Böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında sen orda olursun. Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Çimleri biçen adam orada hiç olmamış gibidir; bahçıvansa bir ömür boyu orada olacak."
Ağlamamda anlam aramayın. Kendim bile neden ağladığımı bilmiyorum. Hislerim çok hassas ve karışık, izlenimlerim acı verici. Bulutsuz, soluk gökyüzü, günbatımı, akşam sessizliği...
Reklam
Hepimizin yüreğine bir tutam tevazu otu serpilmesi lazım. Ego sınırlarımızı çok yaymak, şişirmek, bütün dünyayı kaplayacak şekilde bir kibir abidesi olarak dolaşmak yerine biraz nefsimizin sınırlarını geriye çekmek ve ego sistemden eko sisteme geçmemiz lazım. Benliklerimizin etrafında kurduğumuz o şatolardan geri çekilip başka insanlara başka kalplere, bizden ayrık saydıklarımızın kalplerine gitmemiz ve onların hissettiklerini anlamaya gayret etmemiz lazım.
Şair Süleyman Çobanoğlu, "ürkermiş gibi dünya, fısıltıyla yürüsem/ gülsem ilk yaşım gibi kendi kendime desem:/ bugün artık azadsın kalbin her lekesinden/ tek iyiler tard olmaz çocukluk ülkesinden" diyor şiirinde.
Gününü değerlendirmeye bakacaksın.. günün nasıl değerlenir, bak anlatıyım: şimdi ömrünü bitmiş say, ömrün bitmiş de sen yalvarmış, yakarmışsın, sana gözyaşların için cabadan bir gün daha vermişler.. işte şu anda da o bir tek son günün içinde bulunuyorsun.. işte o son günde ne yapacaksın, her gün onu yapacaksın. O zaman burda olmazdım ki, der çocuk. Ne yaparsın ya? Ağlarım..
Birileri hastalanmaya hazırlanıyor: bir pikniğe gidiliyor, işe gidiliyor, bir pasajdan geçiliyor, hızla gelen bir otomobilin önünden kaçılıyor, bir kağıt imzalanıyor, bağ kazınıyor, telefon ediliyor, zil çalıyor: bir paydos zili, bir telefon zili, bir kapı zili, bir bisiklet, teneffüs.. biri hasta olmaya hazırlanıyor.
51 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.