Bugün bizim için muassırlaşmak (çağdaşlaşmak) demek, Avrupalılar gibi zırhlı gemiler,otomobiller,teyyareler yapıp kullanabilmek demektir.Muassırlaşmak şekilce ve yaşayışça Avrupalılara benzemek değildir.
Bizim neyi niçin yaptığımızı ya da yapamadığımızı anlatan, olanaklarımızın ve sınırlarımızın nedenini açıklayan, maruz kaldığımız olayları aydınlatan, arzularımızın ve beklentilerimizin önüne dikilen engelleyici mekanizmaları açığa çıkaran, başarılarımızın önünü açan yolları gösteren bilim dalı. Toplum ve siyasete karşı olduğu gibi siyaset sosyolojisine karşı da kayıtsız kalmayı tasavvur edemiyorum.
Dünya’nın Şarkı da Garbı da bize açık bir surette gösteriyor ki bu asır milliyet asrıdır; bu asrın vicdanları üzerine en müessir kuvvet, milliyet mefkûresidir.
Özne ile nesne arasındaki ilişkiye göre, her toplumsal münasebet yeni karakterler yaratan ve bireyin düşünce yapısını değiştiren bir bütünlük gösterecektir. Bu sürekli bütünlük, fertlerin yapısını bile değiştirebilen bir etkileşim sistemi şeklinde ortaya çıkar.
B. de Jouvenel, siyaset biliminde hayli ün kazanmış olan bir kitabında otorite olgusunu tarif etmek için şu betimlemeyi yapıyor:
"Bize 'gel' deniliyor ve geliyoruz. 'Git' deniliyor ve gidiyoruz. Tahsildara, jandarmaya, subaya itaat ediyoruz. Kuşkusuz bu adamların bizatihi şahıslarına baş eğiyor değiliz.
Peki, ya onların amirlerine?
Oysa ki, onların karakterini hor gördüğümüz, niyetleri hakkında kuşku beslediğimiz de oluyor.
Peki, nasıl oluyor da bu adamlar bizi harekete geçirebiliyorlar?"
....
Devlet yönetilenlerin itaatsizliğine karşı etkin bir biçimde işleyen bir örgütlenme biçimidir. Nitekim, Max Weber devletle ilgili olarak yapmış olduğu ünlenmiş tanımında bir siyasal kurum olarak devletin başlıca özelliğinin şiddeti bir araç olarak kullanma yetisine sahip bir örgütlenme olduğunu vurgulamaktadır.
Ahlâkı esas alan bir dinsel düşünceyle batıl bir inanç arasında ayrım yapmayan sosyolog, iyi bir istatistikçi olabilir ama din sosyolojisi hakkında hiçbir şey konuşamaz. ~ S. 8-9 ~
Sayfa 9 - Liberte Yayınları – 1. Baskı ~ Mart 2003, ANKARAKitabı okudu
Müslümanlar dini görevlerini devletten bağımsız olarak yürüten Katolik Kilisesi gibi muhtar bir dini kurum kurmuş olmadıkları için laiklik Türkiye'de dinin resmi bir müessese halinden çıkarılmasından öte bir anlam taşıyordu. Fransa'da din ve devlet zaten iki ayrı kurumsal idare yönünde işlemekteydi ve sonunda toprak hukukunda ayrıldılar. Türkiye'de laiklik devlet politikası haline geldiğinde ,devletin bir uzvu vücudundan koparılmış oldu.
Osmanlılar, göçebeleri ve şehirlileri bizzat kendi çıkarlarının ötesinde ortak bir gayeye katkıda bulunmaya hazır hale getirmek; imparatorluğun vergi taleplerini, daha önce bağımsız olan ve sonradan imparatorluğa katılan yörelerdeki yerel kodaman artıklarının çıkarları ile uzlaştırmak; milyonlarca Hristiyan'ı, Müslüman bir imparatorluğa entegre etmenin yollarını bulmak zorunda kalmıştı.