Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Simay Gür
Simay Gür
@smaygur
Psikolog
Bülent Ecevit Üniversitesi’ Psikoloji
Hatay
27 Mart
238 okur puanı
Haziran 2016 tarihinde katıldı
Okuma Hedefleri
Hani hep merak ederiz ya acaba şu an ne düşünüyor, aklından neler geçiyor, keşke kafasının içine girebilsem diye... İşte Woolf’da bunu kitabıyla önümüze sunmuş.
Bir ailenin yaşantısından bir parça okuduğunuz kitapta ailedeki herkesin fikir karmaşasına şahit oluyorsunuz. Adete bir bilinçten diğerine atlıyorsunuz. Bilinç akışlarını zaman zaman takip etmekte zorlansam da Woolf’un başka bir başyapıtının bu kitap olduğunu düşünüyorum.
İnsanın bilincine, psikolojisine, hislerine, düşüncelerine, zıtlıklarına dair o kadar güzel tasvirlere yer vermiş ki Woolf kendinizi o anda, o kişinin kafasının içinde hissediyorsunuz. Hatta kendi bilinç akışınızın farkına varmanızı bile sağlıyor.
Thomas More’a ithaf ettiği bu kitabında Erasmus sanırım More’un kurduğu harika Ütopya’ya ne kadar uzak olduğumuzu bizzat anlatmak istemiş.
Aklınıza gelebilecek her şeyle, önemsediğiniz ya da önemsemediğiniz, sevdiğiniz ya da sevmediğiniz, dünyaya ait olan her şeyle alaycı bir dille konuşarak, eleştiri yaparak bir miktar da kendini Tanrı yerine koymuş. Fakat alaycı dili o kadar akıcı ki aslında kendimi eğlenerek okurken buldum çoğu zaman.
En çok hoşlandığım nokta ise, delilere ayrı gözle bakan toplumu, dinbilimcileri, hükümeti... acımasızca eleştirmesi ve onlara karşı, onların yaptığı tutarsızlıklara karşı delileri övmesi oldu. Zaten adından da anlaşılacağı gibi gerçekten deliliğin övüldüğü, mitolojiden, kutsal kitaptan, önemli insanlardan alıntılarla desteklendiğini okurken de göreceksiniz.
İçinde bir miktar delilik bulunan herkesin, ki Erasmus’a göre herkeste fazlasıyla var, okuması dileğiyle...
Aşkın her halini yansıtan Balzac’ın kaleminden kült bir yapıt.
Genç bir erkeğin, evli bir kadının omuzlarına olan aşkıyla başlıyor her şey. Daha sonra o güzel omuzları bulmak için yola çıkıyor ve manzarası harika bir vadide denk geliyor, fakat ne yazık ki evli olduğunu anlaması çok sürmüyor. Kocasıyla yakınlaşan genç bir yandan da kadınla bir dostluk ilişkisi kuruyor fakat içten içe ikiside birbirine gün geçtikçe daha çok aşık oluyor. Kocasına ihanet etmek istemeyen bir kadın, aşık bir genç erkek, imkansız aşkın pençesinde oluşan bir hikaye ve hiç de şaşırılmayacak bir son...
Okur Takip Önerileri
Erich Fromm ile tanıştığım ilk kitabı Sevme Sanatı. Çok güzel, çok açıklayıcı, sevgi türlerinden yozlaşmış sevgiye kadar her şeyi anlatmış. Aslında anlattığı şeylerin bizde farkındayız ama okuduğumuzda bu farkındalıklarımızın gün yüzüne çıkmasını sağlıyor Fromm. Okurken dünyadan örnekler hatta kendi hayatınızdan, yakın çevrenizden örnekler geliyor aklınıza. Sevgi sanıp yaptığımız hatalar, narsistik davranışlar, bencilce düşünceler, fayda ilişkilerimiz... Hepsini Fromm’un anlatımıyla bu kitapta bulabilirsiniz. Özellikle sevginin bulunmadığını düşündüğümüz bu çağda -belki de her çağda- bize güzel bir kılavuz olur.
Buket Uzuner’in normal olmayanlara farklı bir bakış açısından kurduğu ütopik ve distopik, edebiyat ve sanat dolu, aynı zamanda biz normalleri eleştiren cümlelerle süslenmiş harika bir kitap.
Akıcılığının yanı sıra bazen kafa karıştırıcı ya da anlamsız gelen noktalar bile bir anlam barındırıyor aslında.
İncelemeleri okumanızı değil, sadece kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Daha önce ismini çok duyduğum Dickens’ın bu kitabı tam olarak bir başyapıt.
Başlarda biraz sıkılsam, bazı şeyleri (özellikle isimleri) karıştırsam da kitabın ortalarına geldiğimde elimden bırakılamaz bir hal aldı. İngiltere ve Fransa arasında geçen bir aile dramını anlatan bu kitapta Fransız İhtilali de çok güzel anlatılmış. Aslında Cumhuriyet’in bile kanla, savaşla, intikamla geldiğini iki nesilin hikayesinden, kurunun yanında yaşın da yandığı karakterlerden öğreniyorsunuz.
Lucie’nin haksız yere yıllarca hapishanede kalan babasını bulmasıyla başlıyor kitap ve ilerleyen her sayfada kafanızda bir soru işareti oluşturuyor Dickens. Nedenlerini bilmeden okuduğunuz olaylar kafanızı karıştırıyor. Ama sonunda düğüm öyle güzel çözülüyor ki etkisinden çıkamıyorsunuz. Kanla gelen Cumhuriyet ve aşk uğruna bir hayatın feda edilmesi...
Kişilik dersinde karşılaştığım kitabın yazarıyla hayatın akışındaki mutluluğun bulunması üzerine olan araştırmaları kitabını almama yetti. Çok merak ederek okumaya başladım ve gerçekten de beklediğim gibi bir kitaptı. Hayata bakış açımı değiştirdi desem az bile olur aslında. Bazı şeyleri ne kadar bencilce düşündüğümü, anların ne kadar farkında olmadığımı gösterdi bana bu kitap. Zaten yazar kitabın amacının da bu olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Yer yer bilimsel dil araya girse de çok zorlamıyor fakat psikoloji bölümünde olduğum için beni zorlamamış da olabilir. Hayatında mutluluk, anlam, haz, an arayan çoğu insanın okuması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bitmek bilmeyen pandemi günlerinde iyi bir yol gösterici.
Neredeyse üç nesilin hikayesini anlatan Emily Bronte bu kitabıyla harikalar yaratmış. Ayrıca karakterlerin gerçek kişilerden esinlenmiş olması da sayfa sayfa beni daha çok etkiledi.
Kasabaya uzak bir alanda bulunan Uğultulu Tepeler adlı çiftlik evine gelen küçük bir çocuk olan Heatchliff hem geldiği evin hem komşu bir evin kaderini değiştirmekle kalmıyor, kendisinden sonraki nesile hayatı zindan ediyor. Türlü türlü entrikalar, beklenmedik aşklar, bitmek bilmeyen nefretler...
Olayların içerisinden o kadar çıkamıyorsunuz ki kendinizi bir bölüm daha, bir sayfa daha derken buluyorsunuz.
Üç nesili ayrı ayrı ele aldığı için kitapta hep hayata dair bir şeyler buluyorsunuz.
Çok güzel bir kitaptı mutlaka okunmalı.
Güzelliğiyle herkesi etkileyen Dorian’ın felsefeye yakınlaştıran hikayesinde Oscar Wilde bir başyapıt yaratmış adeta.
Günümüzde bile çok tartışılan iç güzellik mi dış güzellik mi önemli sorusunu kendi güzelliğine hayran Dorian üzerinden yansıtmış kitabına Wilde. Dorian muhteşem portresine baktığında kendine bir kez daha hayran kalırken o an kendinin hep portredeki hali gibi genç ve güzel kalmasını dilerken, tablodaki yansımasının kendinin yerine yaşlanmasını istiyor. Ne tesadüf ki şeytanla anlaşma yapan ruhu bu dileği gerçekleştiriveriyor. Gün geçtikte yaşadıklarının tabloya yansıması sayesinde kendisi hep 20 yaşında gibi görünen Dorian’ın güzelliğinin gücü onu yozlaştırmakla kalmıyor sanki içinden bambaşka birisi çıkıyor. Adeta güzelliğinin esiri haline geliyor.
Böylece Wilde bizlere etkileyici kitabıyla anlatmak istediğini Dorian’ın portresiyle çok iyi yansıtıyor. Hatta kitabın finalini okuduğunuzda kafanızda canlanan Dorian ve portresiyle bir süre bakakalıyorsunuz.
Keyifli okumalar dilerim.
O kadar sürükleyici bir kitap ki gerçekten okurken kendimi kaybettim diyebilirim. Uzun süredir beni böylesin içine çeken, kitabı bıraktığımda bile onu düşünmeme yol açan bir eser okumamıştım. Yaşadığımız pandemi sürecinden dolayı iki kat daha fazla etkilendim. Eskiden bu tür kitapları okurken ya da filmlerini izlerken çok uzak gelen bu yaşananlar aslında şu anda bir adım kadar yakınımızda olması kitaba olan ilgimi daha da arttırdı. Saramago, o kadar güzel bir öngörüyle yazmış ki kitabını gerçekten kör olsak bireysel, toplumsal, ekonomik vb. bir çok açıdan başımıza gelebilecek şeyler oldukça gerçekçi. İnsanların hayvanlaşmasını, toplumun yozlaşmasını size etkileyici romanıyla sunuyor. Mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum. Ve umarım bir gün aniden körlüğün bittiği gibi pandemide öylece biter.
Her zaman beni kendine hayran bırakan Sabahattin Ali bu seferde öyküleriyle yaptı yapacağını...
Öykü ve masallarından oluşan bu ince kitabını bir çırpıda bitirmek mümkün. Her biri akıcı, her biri o kadar güzel noktalara değinebilen, günümüzde hala ders çıkartılacak öyküler ki... Bir anda kendinizi kitabım sonunda buluveriyorsunuz. Sizi her masalında ve öyküsünde farklı bir yere götürürken kitabı içinde dolaşıyorsunuz. Her anlamda günümüze uyarlanabilir dersler çıkartılacak bu yazılarında duygularıda öyle güzel hissettiriyor ki her zamanki gibi...
Herkesin okumasını tavsiye ederim :)
Hem bu kadar eleştirilip hem bu kadar beğenilen başka bir kitap daha yoktur sanırım. Ama maalesef ben beğenen tarafta değilim. Aslında kitabı alırken içeriğine bakmamıştım sadece okumam gerekenler listemdeydi ama o listeye nasıl girdiğine şu an hayret ediyorum açıkçası.
Bir ergenin birkaç günlük yaşamına ve düşüncelerine şahit oluyorsunuz kitapta. Aslında duygu durumları, iniş çıkışları, davranışları tam da yansıtıyor fakat abartılacak bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Okuduğunuz bu ergen belki size kendi lise hayatınızdan bir kesiti belki lisedeki bir arkadaşınızı hatırlatabilir çünkü hepimizin geçtiği belli bir dönemdir. Dolayısıyla çokta farklı bir durum yok ortada.
Zaman zaman okurken sıkıldım bile aslında nereye bağlayacağını merak ettim, sırf yarım bırakmamak için okudum zaten bir yere de bağlanmadı maalesef.
-Jerome_David_Salinger608.jpg){kind=small}
Felsefeye hep bir yerden başlamak istedim ama neyle nasıl başlasam bir türlü karar veremiyordum. Elime bu kitap her geçtiğinde de çok ağır okuyamazsın geri bildirimleri aldığımdan maalesef bu kadar süre gecikmiş oldum. Gerçi daha önceleri okusam bu kadar ilgi ve merakla okur muydum onu da bilemedim aslında.
Felsefeye biraz ilginiz varsa bunu daha da arttırmak, felsefeye bir giriş yapmak için harika bir kitap. İçindeki varoluş hikayesiyle birlikte sizi felsefeyi Antik Yunan dönemlerinden başlayarak günümüze kadar sürüklüyor. Sofie’nin dünyasını okumayı beklerken birden sizde varoluşsal problemlerle baş başa kalıyorsunuz. Hatta Sofie’nin de yaşadığı bu problemleri, acaba bende mi bir düşünceden ibaretim sorusunu kendinize uyarlamadan geçemiyorsunuz.
Kitaba o kadar fazla anlam yükleyebilirim ki bir bakmışım sayfalarca yazmışım. Çünkü gerçekten lisede ilgisiz kaldığınız o felsefe dersini bir kitapla, ilginç kurgusu ve karakterleriyle, aynı zamanda sizi felsefik düşünmeye iten şaşırtıcı sonuyla öğrenmeniz, anlamanız çok kıymetli.
Okudukça kendinizi her geçen gün felsefenin daha içerisinde bulurken bir bakmışsınız sizde bir filozof olma yolunda güzel adımlar atmış olursunuz kim bilir :)
Biraz uzun soluklu okusam da yavaş yavaş anlayarak, araya başka kitaplarda girerek okudum. Çünkü birçok konu üzerine üç yüz küsür sayfaya sığdırılmış birçok güzel ve kıymetli denemeler...
Yıllar önce yazılmış olmasına ve denemelerin ilk örneği olmasına rağmen o kadar güzeller ki. Hala günümüzden bir parça bulmak mümkün. Hala hak verdiğiniz konular, yazılar, sözler oluyor.
Herkes için başucu kitabı olacak nitelikte bir eser. Montaigne her denemesinde hayatın içinden farklı bir konuya değinirken bir bakmışsınız sizin yerinize düşüncelerinizi yıllar yıllar önce dökmüş yazıya.
Yine harika bir Zweig hikayeleriyle karşı karşıya kaldığım kısa ama etkileyici kitabım.
İçerisinde üç farklı hikaye bulunan kitabın ilk öyküsünde Rahel’in Tanrı ile hesaplaşmasını anlatan Zweig her zamanki akıcı ve etkileyici mini hikayesiyle kitabı elinizden düşürmemenizi sağlıyor. Tanrı’nın insanları affetmesindeki Rahel’in merhamet duygusunu konu alan o acıklı hikayesi sizi hayrete düşürebilir.
İkinci en kısa hikayesi olan Nuh’un Üçüncü Güvercinini anlatan Zweig kutsal kitaplarda geçen bu öyküyü biraz kendince farklı yorumlasa da o kadar güzel bir yere bağlıyor ki yine insanların dünyaya etkisini görmüş oluyoruz.
Üçüncü ve en uzun ama kendini keşfetmeye odaklı olan Virata’nın hikayesiyse sanki bir mit gibi bir anda okumanıza sebep olabilir. Virata bir çok alanda boy gösterirken, derin düşünceleriyle farkına vardığı şeyleri okurken her seferinde ona hak veriyor ama daha yenilikçi bir fikir bulduğunda da yine haklı çıkmasına anlam veremeyebiliyorsunuz zaman zaman. Virata’nın askerlikten adalete, adaletten bilgeliğe ve bilgelikten unutulmaya yüz tutmuş öyküsünde iradenin keşfi Zweig’in kalemiyle harika bir hal almış.
