Stefan Zweig’in kendine has anlatım tarzını beğenmemek mümkün değil. Kitaplarını okurken sanki bir kitabı okuyormuş gibi değil de bir olayı canlı canlı izliyormuşum, o ana şahit olmuşum gibi hissediyorum.
Daha önceki kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da aynı şeyleri hissettim. Tabi her şeyden önce bir erkeğin bir kadının duygularını, hislerini, düşüncelerini bu kadar mükemmel anlatabilmesine hayran kaldım. Yazarın başarısına da diyecek söz yok zaten.
Biraz da kitabın konusundan bahsetmek istiyorum. Her şey Mrs.C’nin tatil için gittiği bir otelde yıllar önce hayatını değiştiren yirmidört saatini yazarımıza anlatmasıyla başlıyor.
Sonrasında ise bir kadının hiç tanımadığı bir adama üstelik kendisinden yaşça küçük bir adama olan merhametini, şefkatini, toplumun tabularına zıt düşmek pahasına da olsa o adamı ölümün kıyısından çekip alışını, masumca hislerinin çok kısa sürede aşka dönüşmesini, O adam için başta ailesi olmak üzere her şeyinden vazgeçişini okuyoruz..
Ve son olarak da tüm uğraşlarına rağmen hiçbir şeyi değiştirememesine, yıllar boyunca yüreğinde taşıyacağı, kimseye anlatamayacağı bir aşkın pişmanlığıyla hayatının tamamen değişmesine şahit oluyoruz.
Kitap gerçekten mükemmeldi. Severek okudum. Kesinlikle herkesin okuması gereken şahane bir kitap