Ayrıca belli aralıklarla yaşadığım başka bir şey daha vardı: Yaşamakta olduğum anı, daha önce yaşamışım hissi. Daha sonra bana buna dejavu dendiğini ve nispeten normal sayıldığını söyleyeceklerdi. Fakat o zamanlar bunu bilmediğimden, kendimi hayaletler dünyasında yaşar gibi hissediyordum.
Sirk hayvanları gibi itaat etmiyoruz tabii. Çelişkilerimizi görmemek için, yaptığımıza akılcı bir kılıf uyduruyoruz. Dengesi bozulmuş bir demokrasinin hemen akabinde gelen bir askeri diktatör, gözden düşmüş siyasal partilere daha birkaç hafta önce üye olan, bu partilere oy vermiş olan insanlar tarafından çoğunlukla alkışlanır. Korkuyoruz, itaat ediyoruz ve ayakta kalıyoruz.
Adomo, Horkheimer ve Frankfurt Okulu, insanlarda ya demokratik ya da otoriter bir kişilik bulmaya çalıştıklarında, tümüyle yanılgıya düşmekteydiler. Onların çalışmaları, II. Dünya Savaşı'ndaki tarafları yansıtıyordu. Faşistlerin otoriter kişiliğe, faşizm karşıtlarının da demokratik bir kişiliğe sahip olduklarını iddia ediyorlardı. Bu kadar basit. Kuzey Amerika'da daha sonra yapılan araştırmalar gösterdi ki, onların demokrat sandığı Amerikalılar, savaştan sonra bile, Almanların savaş öncesinde olduğundan daha da fazla Yahudi düşmanıydılar. Kötülük, düşmanın özelliklerinden ya da kişiliğinden çok, hepimizin içindeki "düşman" kavramı içinde saklıdır.
Bronfenbrenner, örneğin Amerikalıların ve Rusların birbirleri hakkındaki düşüncelerinin tıpatıp eşleştiğini gösterdi. Her ikisi de birbirini aynı kötülüklerle tanımlıyorlar.
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah… dedim sonra
Ah!
Bir ülkede hain sayılan biri, başka bir ülkede kahraman sayılabilir. Çağımızda bu, özellikle Sovyetler Birliği ve ABD için geçerlidir. Ama her iki toplumu da özgürlükten yoksun olmakla suçlayan biri (Stalin'in kızı Svetlana gibi örneğin; önce ülkesini terk ederek ABD'ye sığınmış, sonra yeniden Sovyetler Birliği'ne ve en sonunda İngiltere'ye geçmişti) hiçbir toplumun kahramanı olamaz - çünkü tüm toplumların sahte kahramanları vardır. Kahramanlar, bir McDonald's hamburgeri kadar açık seçik tanımlanmış ve standartlaştınlmışlardır. Kahraman tüm ayrıntılarıyla, bir toplumun tüm ön yargılarını ve değer yargılarını karşılamak zorundadır. En büyük Hristiyan kahramanı İsa'yı ele alalım. Tasvirlerinde, ten ve göz rengi, görüntüsünün sergilendiği yere göre değişir. Böylece, İskandinavya'da İsa mavi gözlü sarışın bir Sakson iken, Akdeniz'de esmer tenli bir Sami'dir. Kaç Hristiyan, gerçekte olması gerektiği gibi sünnetli bir İsa hayal eder?
"Erkekler ne tuhaf! Kuşkusuz bir hafta sonra unutacakları bir kelime yüzünden birbirlerini kesmeye ve yalnızca hayatlarını değil, vicdanlarını ve başkalarının iyiliğini de feda etmeye razılar, hem de kendilerini..."