Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Onlarca genç insan hırsla dişlerini sıkıp, gırtlakları patlarcasına bağırıyordu. Kazanacağım, yapacağım, başaracağım, yükseleceğim ve daha neler neler. Bense kusmamak için ortamı terk ediyordum bir süre sonra.
Herşeyin ilki olmak, ilkini yaşamak..
Hz. Havva annemiz en ağır imtihanları yaşayarak kendinden sonra gelenlere bir örnek olmuştur. Kendisi ilk annedir ve tattığı duygularda hep ilk olmuştur, yaşadıkları kendisinde daha farklı bir şekilde yaşanmıştır. Çünkü yaşamış olduğu tüm zevk ve acılar hep ilktir, kendinden önce bir örneği bulunmamaktadır. Kendisini gelip teselli edecek bir arkadaşları da yoktur. Böyle bir acı ilk kez kendisi ile yaşanmaktadır. Ne yapacağını tam olarak bilmiyordu. Bildiği tek şey ise, “Bu bir imtihan idi, ve Allah’a sığınıp, sabretmek” bunu çok iyi biliyordu. Hz. Havva annemiz de Allah’a sığındı ve sabretti. Sonuç itibarıyla bu güzel sabrının karşılığını görerek Rabbinin rahmetine kavuştu, bağışlandı, affedildi.
Reklam
“Gömütün kapağı hep açık, ölünceye dek yaşadıkça uçuşan anları, düşünceyi ve duyumları bir bir atıyoruz içeri, sonra hiçbir şey biriktirile­mez, üretilemez duruma geldiğinde kendimiz giri­yoruz ve örtüyoruz kapağı üzerimize.”
KAHRAMAN Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün; Seni gördük sesimiz Hakk'a yalvardığı gün... Seni gördük mazi dağları sardı ses ses, Bir Akdeniz dalgası buldu içinde herkes... Sana çıkar bu yurdun ararsan son yolu da Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu'da... O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen, Bulursun bu sevgide asırları istesen... Arasan bakışında uzun ovalar erir; Dinlersen gönül denen yüce dağlar ses verir, Bir dünya, bir millete düşman olduğu zaman Sana büyük hızını verdi nabzındaki kan... Dört sınırın ucunu getirdin bir araya; Dört bucak sevgisini topladın Ankara'ya, Sesin, bir tılsım gibi, yurdu dolaştı yer yer, Ve senden öylesine hız aldı ki gönüller Yüz yılda giden vatan bir ayda geri geldi... Sonra sanki ruhundan kartal sesleri geldi; Sanki yeni bir ışık süzüldü gözlerinden Ve bir fert, tek başına, bir millet yarattın sen. Bastığın yer tarihten yer alırmış, yok değil. Bir gününe bir tarih bağışlasak çok değil... Çok değil kanımızın rengini süze süze İsmini dövmelerle işlesek göğsümüze... Böylece gece gündüz görmek için tek seni, Çok değil gözümüzün içine çizsek seni. İsterse bundan sonra ufuk yansın, gök yansın; Çünkü sen bu milletin umduğu kahramansın... Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün; Seni gördük sesimiz Hakk'a yalvardığı gün...
ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESENLER: İNKÂRCILAR
Allah insanları yaratmış, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla gerçekleri öğretmiştir. Ancak, peygamberlerin kavimlerinden inkârcılar da çıkmıştır. Bunlar, peygamberleri yalanlamışlar, onların getirdiği ayetleri ve öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr etmişlerdir. Oysa insan birazcık düşünse, çevresine bir göz atsa, Allah’ın her şeyi yarattığı gibi öldükten sonra yeniden diriltmeye de gücü yeteceğini anlayacaktır. Ahiret hayatını inkâr edenler Allah’ın bağışlamasından da ümitlerini kesmişlerdir. Böylece azabı da hak etmişlerdir.
Sayfa 201 - DİBKitabı okudu
Neşe kolonya gibi bir şey. Dökünüyorsun o an ferahliyorsun. Sonra uçup gidiyor burnundan. Kasvet öyle değil ama zamk gibi, bulaşıyor ve dokunan herkese yapışıyor...
Sayfa 163 - DKKitabı okuyor
Reklam
Hakkaniyet ilk olarak ortaya çıkarıp sağladıktan sonra, hükümete kuvvet ve sağlamlık vermelidir.
Küçük Burjuvazi Küçük burjuvazi, yerli burjuvazinin en düşük ve en geniş taba- kasıdır. Entelijansiyanın büyük çoğunluğunu oluşturan öğretmenle- ri, öğrenci gençliği, düşük gelirli uzmanları, büro katiplerini ve alt kademe hükümet memurlarını ayrıca orta köylüleri; küçük işadam- larını; esnafları; marangozları; kendi küçük motorlu teknesi ve
-İşte Sisifos'un cezası buydu. Geriye düşeceğini bildiği halde taşı sonsuza kadar o tepeye taşımak. Sonra aşağıya düşüşünü seyretmek ve tekrar ve tekrar… -Ama bu… Ama bu… Bu çok anlamsız! -Cezayı korkunç kılan da işte buydu çocuğum; anlamsız olması… Bulunduğun hale, yaptığın işe, başına gelenlere, olanları ya da olmayanları saçma bulmak ve bir anlam verememek o kadar acı verici bir şeydir ki Çaylak, insan bu acıdan onu kabullenmekle de kurtulamaz. Kabullenmek, bizi anlamsızlık karşısında büsbütün ümitsiz ve çaresiz bırakarak, acımızı daha da artırır. -Bu durumda olmaktansa gübre böceği olmayı milyon kere tercih ederdim...
Seve seve itiraf edeyim sana, zira bu konuda bana söyleyeceğini biliyorum, çocuklar gibi gününü gün eden, oyuncak bebeklerini yanlarında sürükleyen, soyup giydiren, annenin şekerli ekmeği sakladığı dolabın çevresinde büyük bir saygıyla sessiz dönenen, arzu ettikleri şeyi en sonunda ele geçirince, avurtlarını şişire şişire yiyerek, daha daha! diye bağıranlar en mutlu kişilerdir. - Bunlar mutlu yaratıklar. Paçavra uğraşlarına ya da giderek kendi meraklarına muhteşem isimler vererek, bunları insansoyuna onların iyiliği ve refahı diye satanların da keyfi yerindedir. - Ne mutlu, bunu yapabilene! Ama huşu içinde bunun insanı nereye götürdüğünü görense, tuzu kuru vatandaşın, kendi küçük bahçesini budayıp cennete çevirdiğini, mutsuz olanın bile, sırtındaki yükle ahlayıp oflayarak ilerlemeye çalıştığını ve hepsinin, şu güneşin ışığını bir dakikacık daha uzun görmek için aynı isteği duyduğunu bilense -evet, o sakindir ve kendi içinde kendi dünyasını kurar ve bir insan olduğu için, o da mutludur. Sonra, ne kadar darda olsa bile, yüreğinde yine hep özgürlüğün ve istediği zaman bu zindanı terk edebilmenin tatlı duygusunu taşır.
Sayfa 12
Reklam
Türk Fırtınası diyor ki;
Şeytanın gaflet, dalalet ve hatta ihanet boyutunda uykusuna dalarak kendini ve insanları aldatanların ibreti de yaratan ve bir sır ile yaşatan mucizenin kalp karası gazabına uğradıktan sonra yeniden akletmeye geri dönmesi ve insan olmaları mümkün değildir. Önder Karaçay
Bir insanın ölmesi sonucunu doğuran bütün şekiller ve haller, hastalıklar, felçler, cinayetler, kazalar, doğa olayları; sadece bu icap zorunluluklarını, o varlığın sonraki gelişim ve tekâmülüne en uygun gelecek tarzda yerine getirmek içindir. Bu hakikati öğrendikten sonra artık ölümü ve ölüme neden olan halleri birer "felaket diye kabul etmenin hiçbir manası kalmaz. Buradaki bütün dava, ölüm denilen, bu alt ortamdan üst ortama geçiş sırasında; insanın alt ortamda iken, yani dünyada iken kendisinden beklenen işleri layıkıyla bitirmiş bulunması ve başarıyla, hayatını geçirirken kendisinin biricik rehberi olan vicdanının yüksek realitelerinden ayrılmamış bulunması gerekir. Böyle yaptıkça, hem o yüksek realitelere uymakla doğru yolu kaybetmemiş olur, hem de vicdanının böylece daha ileri gelişimlerini sağlayarak, onun kudretlenen rehberliğinden o oranda çok yararlanmış bulunur. Ο hälde dünyada vicdan, tekamül yolunda insanların en kudretli dayanağı ve kurtarıcısıdır.
"Ama zaten yaşam da hüzünlü ve ciddi. Harika bir dünyaya getiriliyoruz. Birbirimizle karşılaşıyor, tanışıyoruz. Kısacık bir süre birlikte yaşıyoruz. Sonra birbirimizi yitirip tıpkı geldiğimiz gibi aniden ve açıklanamaz bir şekilde ortadan yok oluyoruz."
Ölüm
Ölüm: ilahi nizamın ahengi altında, belirli bir andaki değer farklanmasının miktari bir ifadesidir. Yani, bir dünya bedeni, dünya hayatı boyunca hizmet ettiği ruha, kendisinden beklenen hizmeti gereği derecesinde gördükten sonra, artık onun o ruha väsıtalık yapmak gayesi ortadan kalkmış olur. Bunun sonucunda da o bedendeki değerlerin azalması icap eder. Çünkü ilahi nizamda, gereği kalmayan bütün süreçlere son verilmesi zorunludur. İşte bu zorunlulukla, kendisinin canlanmasına neden olan varlık karşısında bütün fonksiyonlarını tamamlayıp artık işe yaramaz hale gelmiş dünya bedenine yukarıdan inen tesirler, yani "değerler kesilir. Bu tesirlerin kesilmesiyle, onun kombinezonlarındaki hareketlerin bir kısmı silinmeye başlar. Bu sırada aşağıdan gelen tesirlerin de müdahalesiyle, o beden artık eski şeklini ve halini koruyamaz. Parçalanmaya ve dağılmaya başlar ki, bu halin nitel olarak görünüşü, ölümdür. Ve bu da beyindeki hücre varlıklarının bedenlerini terk etmeye başlamasıyla gerçekleşir. Çünkü beyindeki hücrelerin bedenlerini terk edişleri, bu hücrelere hakim olan varlığın beden ile olan ilgisini kesmesi demektir.
“Hicaz isyanı oluncaya kadar biz bu emire ve adamları­na uslu dursunlar, diye para veriyorduk. İsyan olduktan sonra Hicaz hattına gelsinler, hattı tutsunlar ve Şerif kuv­vetlerini sıksınlar diye altın yolladık. Bütün altınlarımızı birkaç kişi aralarında paylaşıp aylar ayı yola çıkmadılar.”
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.