Yaşamak sessizce.
İki kavram ile karşılaşıyoruz.
İkisi de bir yandan sorgulamalara bir yandan da acılara bulanmış.
Yaşamanın anlamını kaybetmekte buluyoruz. Hani değerini anlamanın kaybetmekten geçtiği o bilindik ama kulak kapatılan o gerçeklikten.
Yalnızlığı ise birinin yanında bulduğumuz huzuru artık başka hiçbir yerde bulamadığımız zaman yaşıyoruz. Bizi yalnızlıktan kurtaran eşyalar, nesneler ve hatta insanlar değildi. Bu kadar yalnız insan varken hala yalnız olabilmemiz işte bundandır. Yalnızlık ortak paydaları paylaşacak birilerini bulamamaktır. İşte şairimiz bu gerçekleri acı bir tecrübe ile öğrenmiştir. Hatice’sini kaybetmekle…
Nedir ki güzellik? Saklayabiliriz onu 2 kısa 2 uzun çubuk çerçeveler arasına ama aynı huzuru verir mi hala güzelliği taşıyan insana dokunamadıkça? Güzellik göreceliydi ama güzeli gören gözlerin kişiye verdiği hisler özeldi. Bu özelden mahrum etmek güzeli güzelliğinden mahrum etmezdi ama artık gören gözlere kabuslu geceler yaşatmaya yeterdi.
Sevmek sahipken cennetleri kaybettiğinde de cehennemleri yaşamaktı. Cennetlik bin yılımız olsa da sevgiyle, kaybetmekle başlayan ilk dakikalar bile unutturuyordu o huzurlu bin yılları da dakikalar artık bin yıllık acılara denk geliyordu.
İnsan ya sevmemeli, ya da severken göze almalı kaybedeceği günü. Sevmemek akıllıca olurdu. Kaybedeceğini bile bile sevmek ise asıl sadakat.
Bir dost tavsiyesi olarak görün bunu. Sevdiğinizden ayrıldıysanız uzak durun bu eserden. Lakin bu ayrılık mekanlarla değil zamanla denkleşen türden olmalı. Bir şekilde ulaşabileceğiniz kaybetmelerden bahsetmiyorum. Sonsuz hiçliğe yol almış yolculardan olmalı bahsettiğimiz.