Yirminci yüzyılın başında birçok devrimci, özellikle de anarşist- ler, şu ya da bu yerel yönetim biçimini idealize ettiler: bazıları yeni toplumu bir komünler federasyonu, diğerleri ise bir emek konseyleri federasyonu olarak hayal etti. Gerçekte, hem işyerinde hem de ma- hallelerde yerel meclisler aracılığıyla karar vermek gerekir. Her ikisi de gereklidir, çünkü gerçekten katılımcı olan doğrudan demokrasi, sivil toplumun ihtiyaçlarını tahmin etmede vazgeçilmezdir, tıpkı üre timin nüfus tarafından usulüne uygun olarak ifade edilen taleplere göre örgütlenmesinde olduğu gibi. Bizi çalışanlar/tüketiciler olarak iki karşıt kategoriye ayıran kapitalist şizofreniye son vermenin ve böylece üretici-yurttaşın akılcı ve birleşik bireyselliğini yeniden ka- zanmanın tek yolu budur. Komünizm, sosyalizm, liberter özyönetim, hangi formülü kullanırsak kullanalım, temelde tek bir kavrama geri döneriz: Karl Marx'ın hayalinde canlandırdığı "özgürce birleşmiş üreticiler" topluluğu.
Marx'ın vurguladığı gibi, erkeklerin ve kadınların kendilerini geliştirebilmeleri, kısmen de siyasi ve iktisadi özyönetim için boş zamana ihtiyaçları olduğundan, sosyalizm işgününün kısaltılmasını da gerektirir.
İnsanı, karşısında arızi olmadığı, ancak kendisi karşısında da
arızi olmayan bir çerçeveye kavuşturmanın tek bir formülü vardır:
ontolojik olarak sadece insan için mümkün olmasının yanı
sıra, insanın da, beşeri varlığı itibariyle, ancak kendisiyle mümkün
olabildiği tek şeyi, yani emek'i, aynı zamanda bütün insanlar
için ve beşeri gerçekliğin bütün an ve noktalarında geçerli
olmak üzere nihai anlamlandırma ve değerlendirme ölçütü haline
getirmek ki -daha yukarıda da söylemiştik- sosyalizm de
bundan başka bir şey değildir.
Toplumun yeniden üretimi ne denli sosyal karşısında özerkleşmiş
çerçeveler aracılıgıyla gerçekleşirse, bu üretimin temelindeki
ortak çabayı harcayan kollektivitenin mümkün hayatından
çalınmışlık payına denk düşen ölü-sosyal'in topyekün toplumsal
gerçeklik içindeki yogunluğu da o derecede artacaktır: toplumsal
gerçekliğin üretilen bir gerçeklik, yani münferit işlerden oluşan
bir gerçeklik olduğunu ve buradaki işlerin global toplamının
ise kendisini üretenlerin hayatından başka bir şey olmadığını,
yani sonuçta buradaki global üretim sürecinin, kendisini gerçekleştirenlerin
hayatlarının yeniden üretiminden başka bir şey
olmadığını dikkate alırsak, bu üretim sürecinin gerçekleşecek
münferit işlerin/eserlerin kendi iç-gerekleri ve sadece bu gerekler
temelinde biçimlenir olmaktan çıkmışlığı ölçüsünde, bu
üretimi gerçekleştirenlerin kendi hayatlarını kendi dışlarından
belirlenmiş bir biçimde yaşayacakları açık; tabii bu arada hayan
biçimlendirmenin de hayatı üretme sürecine içkin bir fonksiyon
olmaktan çıkıp, hayatı üretenler karşısında aşkınlığa sahip
başlıbaşına ayrı ve özel bir iş niteliği kazanması kaçınılmazdır
ki, bu da insanların kendi hayatlarına dogrudan dogruya onu
yeniden üretirken degil de, siyasal olan aracılığıyla, ancak ve ancak
siyasal olan üzerindeki hakimiyetleri ölçüsünde sahip çıkabilecekleri
anlamına gelir.