Ben pek inceleme yazmam değerli okurlar. Ama bu kitaba yazılır, bu kitaba ağlanılır, bu kitaba içilir, bu kitap için neler yapılmaz ki! Kadehimi Hikmet Benol'a kaldırıyorum; o ne oyundu öyle üstad!
Hiiç öyle kitabın diliymiş, kurgusuymuş falan bahsedemeyeceğim. Oğuz Atay okuyanlar zaten nasıl bir dil ve kurguyla karşılaşacaklarını bilirler. Bir süredir toplumla aram açık olduğundan(toplumun bundan haberi olduğunu sanmıyorum) toplumsal yönünden falan bahsetmeyi de hiiç istemiyorum.
Ben, Tehlikeli Oyunlar'ın bende bıraktığı izlerden bahsetmek istiyorum. Herkeste aynı izleri mi bırakır? Bilemem. Belki bırakır. Belki bırakmaz.
Biraz klişe bir benzetme olabilir ama pek umrumda değil; bu kitap, bana bir ayna oldu. Ama tahmin edersiniz ki öyle yüzümü, gözümü, ağzımı, burnumu falan gösteren bir ayna değil bu. İç dünyama tutulan bir ayna gibiydi. Kendime, iç dünyama dair o kadar çok şey gördüm ki o aynada, bazen iğneler battı zihnime. Düşündüklerim, düşünmemiş gibi yaptıklarım, söylediklerim, söyleyemediklerim, yaptıklarım, yapamadıklarım, iyi ki dediklerim, keşke dediklerim, pişmanlıklarım... Bu aynada gördüklerimin listesi uzar gider de bitiremem. Bu aynaya bakması da hiç kolay değil ama sonuna kadar baktım. Hiç pişman değilim.
Okuyun, okutun. Lütfen.