Mesela deniz. Tanrı eksik etmesin ama bizden uzak olsun daha iyi! İnsana hüzün vermekten başka şeye yaramaz. Baktıkça ağlayacağınız gelir. Bu uçsuz bucaksız su kitlesi önünde ruh ezilip büzülür; hiç değişmeden, alabildiğine uzayıp giden bu güzel manzarada yorulan göz, dinlenecek bir yer bulamaz. Dalgaların azgın atılışları, vahşi gürleyişleri insanın zayıf kulaklarını incitir; dünyanın ilk gününden başladıkları esrarlı, hüzünlü şarkılarını tekrarlayıp dururlar; hep aynı inilti, hep aynı şikâyetler; işkence edilen bir ejderin şikâyetleri; bir de bunlara katılan keskin, uğursuz, kimin olduğu bilinmeyen bağrışmalar. Etrafta kuş cıvıltılarından eser yoktur; yalnızca sessiz martılar, birer mahkûm gibi kâh kıyıda, kâh sular üstünde dertli dertli uçuşurlar.
Vahşi bir hayvanın kükremesi, tabiatın bu acı haykırışları yanında hiç kalır. İnsan sesi duyulmaz olur; bu geniş tablonun kıvrımları arasında insanın kendisi de küçüldükçe küçülür, kaybolur gider. Denizi seyretmenin insanı sıkması belki de bu yüzdendir. İstemem denizi, eksik olsun; onun sakinliği, hareketsizliği bile insanı rahatsız eder. Suyun ince, belirsiz ürperişleri içinde insan, hep aynı sınırsız gücü görür; o anda uyuklayan bu güç, bazen insanın mağrur iradesiyle ne insafsızca eğlenir, onun en sevgili umutlarını, çabalarını, eserlerini ne dipsiz derinliklere gömer.