Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Belki de kitabın masamın üstündeki duruşunu seviyorumdur, gizemli ve renkli halini. Belki de sakladığı diyarları seviyorumdur, beni alıp götüren yanını. Belki karakterlerdir beni kendine çeken, etraflarını hale gibi sarıp aydınlatan büyüleriyle, içine binbir anlam sakladıkları sözleriyle. Belki topladığı tozları seviyorumdur, zamana karşı
Coğrafyaya, mekana dair bir bağlanma, bir aidiyet duygusu yok bende. Zihnimi eşiyor, hafızamı yokluyorum. Hep yollar, kıvrılıp giden tozlu yollar...
Reklam
tozlu yollar
Elime doğdu gül yüzün ah Kana kana içtim dünümü Yüzüme güldü ilk sözün ah Yana yana seçtim günümü Sen Yanımdayken o tozlu yollar aşka gider Ah sen sonumuzu yazsan inan dayanamam ölürüm ben
Gündüzler ve Geceler
Yorgun kadın, kille sıvanmış ambar duvarına yaslanıp oturmuş, bitkin ve zor işitilir bir sesle Stalingard'ın nasıl yandığını anlatıyordu. Hava kuru ve tozluydu. Zayıf rüzgar, kızıl kum taneciklerini kadının çıplak ayaklarına doğru sürüklüyordu. Yorgun kadın bir yandan konuşuyor, bir yandan da sıcak kumları şişkin topuklarının üzerine
Sayfa 9 - BİRİNCİ BÖLÜM - ENGİN YAYINCILIKKitabı okudu
Nazım Hikmetle üç buçuk yıl hapishane arkadaşlığımızın acı tatlı hatıraları buraya kadar yazdıklarımdan ibaret olamaz şüphesiz. Fakat benim kafam bundan fazlasına kadir olamadı. Defterlerim vardı, onun en tipik hareketlerini günü gününe not ettiğim, ona dair kocaman kitap yazmaya yetecek yığınla belgeyi kaydetmiş olan defterlerim… Onlar
Sürekli kendime sorduğum bir sorudur nereliyim nereye aidim... Nereliyim acaba? Bunu kendime de sorar, bir cevap bulamam. Coğrafyaya, mekana dair bir bağlanma, bir aidiyet duygusu yok bende. Zihnimi eşiyor, hafızamı yokluyorum. Hep yollar, kıvrılıp giden tozlu yollar, eski dökülen otobüsler, kamyon karoserleri, tren rayları, vagonlar, kurum vs.
Sayfa 18 - Dergah
Reklam
"Sürmeli Yalnızlık Turunçların gökyüzüne oturdum. bahçelerin kaderinden bir sonsuzluk vakti. Hanımeliler frenkincirlerini kokusuna boğuyordu. Boynumda uzakların cümlesiz çanı. Başsız ayaksız çarşılar. Vitrinlere boyanmış yoksulluk. Yalnızlık pergeli bir kalabalık. Evlerin kum haritası yüzler. Sevgisizlik gökyüzünü yere indirmişti.Herkes bir kayıp dua toprağın rahminde. Yollar çekilmiş, çekilmiş, can verdiğin aynalara dönüştün çoktan. Dokunmak ayrılığın gülüydü de top top soluyordu içimde. Deniz bahçeye kadar uzanmış, papatyalardan kirpikler ediniyordu. Bir kadın uzun parmaklarını uzatıyordu ölümün üzerinden. Ağzın yıldızlarla doluydu. "Yüce dağ başında ay kandil olur" türküsüyle bakıyordum yüzüne. Gecenin soluk aldığı her yerde omuzların gölleniyordu. Göğüslerin tanyerinin ayetleriydi. Tanrı bütün bayramları gövdeden indiriyordu. Sürmeli yalnızlığım... Geldin ve gittin. Yapraklandım. Yıldız döktüm. Akşamı donandım. Elleri yüzümde nilüfer. Keder gülümsedi. Deniz bir gönül soluğu. Şarap tenimde gül açtı. Zamana dokundum. Mumlar Tanrı'ya değdi. Geçtiğin kasabalar birer arzu pıhtısı. Geldin ve gittin. İncinme masalı kentlerdesin şimdi. Işıklı caddelerde bir ölüm ıslığı. Sekiz çocuğun tabutu üzerinden uzanıp öptüm tozlu aynanı. Senin ağzında sekiz beşik, benim boynumda sekiz mezar... dört mevsimli bahçelerden özürler buluyorum yaşamaya..."
Aşk-ı yeksan Erol Kılıç. Sayfa:130
Ey aşk; Yollar tozlu, yollar ince Yollar kısalırmış sen gelince
Turunçların gökyüzüne oturdum. Bahçelerin kaderinden bir sonsuzluk vakti. Hanımeliler frenkincirlerini kokusuna boğuyordu. Boynumda uzakların cümlesiz çanı. Başsız ayaksız çarşılar. Vitrinlere boyanmış yoksulluk. Yalnızlık pergeli bir kalabalık. Evlerin kum haritası yüzler. Sevgisizlik gökyüzünü yere indirmişti. Herkes bir kayıp dua toprağın rahminde. Yollar çekilmiş çekilmiş, can verdiğin aynalara dönmüştün çoktan. Dokunmak ayrılığın gülüydü de top top soluyordu içimde. Deniz bahçeye kadar uzanmış, papatyalardan kirpikler ediniyordu. Bir kadın uzun parmaklarını uzatıyordu ölümün üzerinden. Ağzın yıldızlarla doluydu. "Yüce dağ başında ay kandil olur" türküsüyle bakıyordum yüzüne. Gecenin soluk aldığı her yerde omuzların gölleniyordu. Göğüslerin tanyerinin ayetleriydi. Tanrı bütün bayramları gövdenden indiriyordu. Sürmeli yalnızlığım... Geldin ve gittin. Yapraklandım. Yıldız döktüm. Akşamı donandım. Ellerin yüzümde nilüfer. Keder gülümsedi. Deniz bir gönül soluğu. Şarap tenimde gül açtı. Zamana dokundum. Mumlar Tanrıya değdi. Geçtiğin kasabalar birer arzu pıhtısı. Geldin ve gittin. İncinme masalı kentlerdesin şimdi. Işıklı caddelerde bir ölüm ıslığı. Sekiz çocuğun tabutu üzerinden uzanıp öptüm tozlu aynanı. Senin ağzında sekiz beşik, benim boynumda sekiz mezar... dört mevsimli bahçelerden özürler buluyorum yaşamaya... Şükrü Erbaş.
“Ben Gönen’de doğdum. Yirmi yıldır görmediğim bu kasaba, düşümde artık bir serap gibiydi. Birçok yeri unutulan, eski, uzak bir rüya gibi oldu. O zaman genç bir yüzbaşı olan babamla her zaman önünden geçtiğimiz Çarşı Camii’ni, karşısındaki küçük, harap şadırvanı, içinde binlerce kereste tomruğu yüzen nehirciği, bazen yıkanmaya
684 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.