Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İsmail Kaplan

Büyük sufilerin ruhaniyeti, Mevlana'nın neşideleri veya Hallac'ın çilesi, Divanı, Hristiyanlar açısından ne kadar heyecan verici olursa olsun, bizler İslam'ı sadece Hallac gibiler aracılığıyla değil de, Kur'an ve Allah'ın Elçisi yoluyla tanıyabileceğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız. Yine unutmamalıyız ki Tasavvuf, tıpkı Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Emir Abdulkadir el-Cezairî'nin hayatında olduğu gibi, birbirinden ayrılmaz şekilde murakabeci, faal ve hatta militan bir hayatın sadece bir cephesidir.
Sayfa 68
Reklam
Bir kitabın, bir insanın veya bir müzik kompozisyonunun değerini anlamaya yönelik ilk sorumuz şudur: Yürüyebiliyor mu?
Sayfa 25
Dünyanın "büyü"sünün bozulduğu modern zamanlarda yaşadığımız için menkıbelerin kolayına kabul edilmediğini biliyoruz. Dünyanın "büyü"sü dünyanın sadece gelişmiş Batısında mı bozuldu? Elbette hayır. Müslüman olan ya da olmayan Doğu da "büyü"den büyük ölçüde arındırıldı. Ama bu "kısmen" arındırılmış olmasından kaynaklanan arada kalmışlık, yerini bulamamışlık, "büyü"den büsbütün arındırılmış olmaktan daha fazla avantaj sağlamıyor ne yazık ki. Hatta, "büyü"den bütünüyle arındırılmış bir dünyada, bu "büyü"ye yönelik bir iştiyakın uyanması ihtimali de güçlenecektir. Bilgelerin formülüyle bu, "Gecenin karanlığı arttıkça, yıldızların da parlaklığı artar" diye ifade edilen şeydir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Taşlar yer değiştirmezler. Bu onların özsel olarak değişmedikleri anlamına da gelir. Bu sebeple, kalbin sertliğine işaret eden taş kalpli olmak, değişim kabul etmemek demektir. Yani bir halden diğer hale, bir duyuştan diğer duyuşa gitmemek, tepkisiz kalmak. Oysa gitmek, bir yeri terk etmek, bir yeri kastederek yürümek, yolcuyu değiştirir. Çünkü gitmek, yolcuyu kalkış ve varış noktaları arasında böler. Belki böler değil de genleştirir demeliyiz. Yolcu, terk ettiği yerden getirdikleri ve vardığı yerde buldukları arasında, birini diğerine bütünüyle tercih edemeden, ikisini birden kendisinde buluşturacak şekilde genleşir. Yolcuda hem terk ettiği yerin izleri kalmıştır, hem de vardığı yerin henüz bıraktığı izler oluşmuştur. Bu bölünmüşlük, yolcuda bir seyrelmeye, içsel bir gevşemeye yol açar. Gurbet hissi, bu seyrelmenin ve gevşemenin gözlemlenmesidir. Gurbetteki kimse, yani garip, iki nokta arasında iç’i seyrelmiş olandır. Bu seyrelme, onun içinin nefes almasına, duygularının bağlarının gevşemesine, duyuşunun canlanmasına yol açacaktır. Katı, sık dokunmuş ve geçirgen olmayan bir iç, nefes alamayan bir iç demektir aynı zamanda.
Apple'ın 1984'teki Super Bowl'da ekranı dolduran reklamı bir efsane niteliğindedir. Burada Apple kendini Orwell'in gözetim devletindeki insanların kurtarıcısı olarak gösterir (...) Reklamdaki ses "24 Ocak'ta Apple, Macintosh'u sunacak. O zaman 1984'ün neden 1984'e benzemeyeceğini anlayacaksınız" der. Apple'ın bu ifadesinin aksine 1984 yılı gözetim devletinin sonuna değil, etkinliği Orwell'in gözetim devletininkini kat be kat aşan yeni bir tür kontrol toplumunun başlangıcına işaret eder. İletişim eksiksiz bir şekilde kontrole denk düşer. Herkes kendinin panoptikonudur.
Reklam
Artık bir dakikalık bir sükûnet ne büyük başarı sayılıyor; dikkatimiz dağılmadan uykuya dalmak ya da bir arkadaşımızla sohbet etmek nasıl da bir tür mucizeye dönüştü - ve haber girdabından bir günlüğüne olsun uzaklaşıp yağmurun ve kendi düşüncelerimizin sesi hariç hiçbir şeyi dinlememek nasıl keşişlere özgü bir disiplin gerektiriyor.
Kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olarak neoliberalizm, işçiyi bir girişimci haline getirir. Başkası tarafından sömürülen işçi sınıfını komünizm değil neoliberalizm ortadan kaldırır. Bugün herkes kendi şirketinin kendini sömüren işçisidir. Herkes birey olarak hem efendi, hem köledir. Sınıf mücadelesi de insanın kendisiyle iç savaşı haline dönüşür.
Sekülerizm iç barışı sağlamak ya da epistemolojik ilerleyişi güvence altına almak için değil, Batılı tarihyazımı hegemonyasını korumak için konuşlandırılır. Bir başka deyişle, sekülerizm hakkındaki güncel tartışmalar, dini siyasetten ayırmak olarak beyan edilen kaygılardan daha çok, Müslümanların depolitizasyonu ile ilgilidir.
Sen ne dersin arkadaşım, bizler dayanabilecek miyiz "zamanın kamçısına, zorbanın kahrına, gururun çiğnenmesine, sevginin kepaze edilmesine, yasaların bunca yavaş, yüzsüzlüğün bunca çabuk yürümesine ve kötülere kul olmasına iyi insanın?" Ben değil, "Çağdaşımız Shakespeare" soruyor bunu yüzyıllar öncesinden.
Yıllar boyunca kitapların masa bacağı yahut üst üste dizilip üstlerine bir örtü serilerek komodin işlevi gördüklerine tanık oldum; pek çok sözlük asıl amaçları için kullanıldığından daha çok, ütü ve düzleştirici olarak kullanılmıştır ve hiç de az değildir içlerinde mektuplar, banknotlar ve sırlar saklayan, raflara gizlenmiş kitapların sayısı. İnsanlar kitapların kaderlerini de değiştirir.
Reklam
Yalanlar gerçeklere kıyasla altı kat hızlı yayılıyor. Çünkü yalanlar, “bayılmamız” ya da “nefret etmemiz” için üretiliyor ve insan doğası bu ajitasyona çabuk kanıyor.
Yalanların samimiyetle çelişmediği bir çağa girdik. Artık yalanları bazı gerçekleri çarpıtmak ya da bazı durumların etrafından dolanmak için başvurulan tekil girişimler olmaktan çıktı. Yalanlar siyasetçilerin ve onların destekçilerinin ellerinde, günümüzün yeni medya imkânları sayesinde propagandanın bile ötesine geçen gerçeği itibarsızlaştırma faaliyetine dönüştü.
Artık beygir gücü ile düşünen bir toplumuz. Artık bir şelaleye, onun ne kadar elektrik enerjisi üretebileceğini düşünmeden bakamıyoruz. Kasaplık değerini hesaplamadan hayvan sürülerinin otladığı bir meraya göz gezdiremiyoruz.
Çağdaş toplum, kendisine başkaldırma eğilimi gösteren güçleri ve toplulukları kaba kuvvetle değil, teknolojik etkinliği ve hayat standartlarının yükseltilmesini kullanarak hizaya getiriyor.
Aydınlar, Voltaire gibi, Chateaubriand gibi, Lamartine gibi, herhangi bir şekilde politika ile uğraşmak zorunda kaldıklarında da eleştirel yanlarını sürdürmüşlerdir. Oysa bugünün aydınları tıpkı sıradan insanlar gibi politik tutkuların tutsağı olmakta, tıpkı onlar gibi kestirme sonuçlar peşinde koşmakta, nefret ve fikr-i sabitin egemen olduğu tartışmalara girmektedir. Üstelik bir yandan da bunları yapmayanları “fildişi kulelerine kapanmakla” suçlamaktadır. Aydınların asli görevi, ulusal ve politik tutkuların üstünde yer alan “hakikat ve adaleti savunmak” olduğu halde, modern aydınlar bu kavramları da ulusal ve politik tutkuların hizmetine koşmaktadır.
Yeni dönemin uzmanları Ortega’nın gözüyle hiçbir sınıfa sokulamaz. Bilgili değillerdir çünkü kendi uzmanlık alanına girmeyen hiçbir şeyi bilmez. Bilgisiz de değildir çünkü bilimler arasında kendisine ayrılmış o ufacık alana dair çok iyi bilgi sahibidir. Bu yüzden o, olsa olsa “bilgili bir cahil”dir. Zihin etkinlikleri onlara nasıl yürüyeceklerini, nasıl oturacaklarını, bir odada nasıl hareket edeceklerini, bir bardak suyu nasıl içeceklerini öğretmez.