Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Türk Fırtınası diyor ki;
FENERBAHÇE'Yİ KULLANARAK ALGI DEĞİŞTİRMEYE KALKAN DENSİZLİĞE İNSANLIK AHLAKINI YAŞATAN BİR TÜRK'ÜN YANITLARI Bu yazı ile bugün yeryüzü yerinden oynayacak üzerinde insan olarak yaşayanlar silkinip kendine gelecek. ilmi sır gereğidir. Görülen lüzum üzerine yaşattıklarını sırayla yaşatan ahlakın ihtiyaç duyulan yeni tokat yanıtlarını
Atatürk'ün Türk'ü Tarifi "Bu memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
Reklam
Vaktimiz var... Mesela bir yıldırım... Şöyle herşeyi devirip geçen Bir fil sürüsü! Küçük bir tufan Korkmayın! Noldunuz öyle... Başka bir istediğiniz varsa Hazırım, bir Tanrı marifetini kıskanmaz Hatta hoşuna bile gider ara sıra Hayran etmek insanları kendi iktidarına!
Sayfa 90 - DergahKitabı okuyor
Serilda başını iki yana salladı. "Size şu anda anlatmak istediğim başka bir hikâye var. Tam dolunaya uygun bir hikâye." Başıyla, belirmekte olan ayın saman rengine boyadığı ufka işaret etti. "Bu, gece atları ve cehennem köpekleriyle kırda tozu dumana katarak sadece dolunayda süren vahşi avla ilgili başka bir hikâye anlatacağım.
Bu yavaş yavaşları duydukça bir yıldırım, bir kasırga, bir tufan olmak hırsıyla yanar, aczini idrak ile dişlerini ellerine, dudaklarına geçirirdi. Evet, ve ne çare, yavaş yavaştı. Bunu artık o da öğrenmişti. Bu iş efsanevî bir sabır ve dehaya yakın bir uyanıklık işiydi
Sayfa 158Kitabı okudu
"Kent, yıldırım düştüğünde yalnız kalanların acı hikayeleriyle doludur."
Reklam
Aldanma, orada yağmur bekliyor seni : şimşek, yıldırım, fırtına soğuk. Burada ılık güneş, dingin deniz, serin rüzgar aldatmasın seni: Tufan bekliyor orada seni.
Kent, yıldırım düştüğünde yalnız kalanların acı hikâyeleriyle doludur. Her bir sokağında,tek başına ölenlerin hazin izleri vardır kentin.Emeğini, geleceğini, gülümsemelerini paylaşan insanların,müthiş bir gürültüyle üzerlerine düşen yıldırımların altında,hiç ummadıkları bir anda tek başına kalmalarının çaresizliği okunur yüzlerinden.Asıl soru, sona kalanın kim olacağı sorusudur.
İstemek
"Onunla henüz insanoğlunun ayak basmadığı kayıp bir adada yalnız kalalın istiyordum. Her yeri deprem,tufan ya da yıldırım gibi doğal afetler vursun ve odamın duvarının ardında nefes alıp veren bütün o ayak takımı,oluşan kaos'ta birbirine ezsin. Tuhaf bir keyifle buraları terk etsin istiyordum. Yalnızca ben ve o kalmalıydım."
Sayfa 52
Atatürk'ün Türk'ü Tarifi
Bu memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmuruyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
Sayfa 154Kitabı okudu
Reklam
Yıldırım düştüğü anda kalkabileceklerinin korkusu sarar bütün benliğinizi.Güvenemezsiniz.
Bunca kötülük nasıl olup da isabet etmemişti bir yere? Roma bir yıldırım tarafından nasıl çarpılmamıştı? Tepesi açılıp ateş püsküren dağlar neredeydi, neden bu ahlaksız şehri kızıl köz altına gömmemişti? Sema ne bekliyordu hala çökmek için, neden göksel bir yangın Roma'yı bir uçtan öbür uca kül etmemişti? Helak olmayı hakeden kavimler acaba bundan daha fazla ne yapmışlardı? Kutsal yazmaların betimlediği rüzgar neden esmemiş, bir şehri yerin dibine geçiren ses neden dolaşmamıştı Roma'nın üzerinde? Adları sanları bir anda yok eden, şehirleri göllerin dibine çöken yıkım neredeydi? Neden gökten taş yağmıyor, tufan niye kopmuyordu? İsrafil surunu öttürmek, Kızıldeniz ikiye yarılmak için daha ne bekliyordu? Zelzelelerin en büyüğü neden sarsmıyordu yeri? Gayya sadece hükmü bir saatte gelen Babil için miydi? Hani neredeydi yürüyen dağlar, dökülen yıldızlar, ham incirleri bile dalından koparan fırtına, nerede? Belirli aralıklarla gökten inerek dünyanın hafızasını sıfırlayan, ruhunu arıtan o depremlerden, tufanlardan biri, şimdi değilse ne zaman olacaktı, ne zaman? Ancak ondan sonra yeryüzüne günahı bilmeyen, masumluğu tükenmeyen insanlar verilecekti.
157 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.