Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gerçekçi bir gözlem, bir toplumda sosyalistlerin te mel atabilmelerinin sadece işçi sınıfının sayıca çokluğuy- la veya üretim güçlerinin gelişkinlik derecesiyle bağlantılı olmayıp o toplumun siyasî örgütlenmesiyle dinî örgüt- lenmesi arasındaki ilişkiye çok şey borçlu olduğunu bize gösterir. Devletle kilisenin kaynaştığı Ortodoks Rusya'da
BİR MİLLETİN YALNIZ ASKER İLE TAM BAĞIMSIZ KURTULUŞA VARAMAZ
Bugün pekiyi bilmeliyiz ki, biz yalnız ne kuvvetle, ne de askerlikle bu vatanı kurtaramayız. Bir millet için ordu, vatanın yegâne muhafızıdır . Fakat ordu zafer yolları üzerinde bilinçle hazırlanmadıkça, millet kendi mevcudiyet sebebini ve daha doğrusu ne için harp ettiğini bilmedikçe, harpte muzafferiyet imkân haricindedir. Osmanlılar, ordu ile kuvvetlerini, siyasetle zekâlarını inkişaf ettirmelidirler. Fakat yalnız orduyu vücuda getirmek yeterli olmaz. Bugün en fazla muhtaç olduğumuz, siyaset ve eğitimdir. Avrupa siyasetinin mahirane entrikalarından yakamızı kurtarmak için Osmanlılarda da siyasî rical yetişmelidir. Siyaset, bizim anladığımız gibi, sırf idare-i maslahattan ibaret değildir. İyi bir siyasî olabilmek için milletin siyasî tarihine vakıf olmak, Şark Meselesi'ni bütünü ile tetkik etmek, anlamak ve anlatmak gerekir.
Reklam
Avrupa Birliği süreci çerçevesinde gerçekleşen Uyum Yasaları'nın kabulü, Türkiye'nin etnikleştirilmesi ve federalleştirilmesinin önünü açmış, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş esaslarının tasfiyesi sürecini hızlandırmıştır.
İKTİSAT-KÖYCÜLÜK / MEMLEKETÇİLİK-SOSYAL ADALET Atsız Türk düşünce hayatına 15 Mayıs 1931 tarihinde çıkmaya başlayan Atsız Mecmua ile girer. Bu dergide çıkan Boz Kurt imzalı ilk yazılarında Anadolu'ya, "memleket"e, köye ve köylüye ağırlık verdiği görülür. "Bir kuş bakışı" başlıklı ilk yazıda bulunan şu cümleler dikkat
Fakat her şeye rağmen Avrupa kamuoyunda Türkler lehine başlamış olan cereyan her gün biraz daha gelişti. Çünkü Kars'ta ve İzmir'de Ermeniler ve Yunanlılar tarafından işlenen cinayetler İngiliz ve Amerikalılar üzerinde o kadar kötü bir iz bırakmıştı ki, Türkiye'ye onların dostu olarak gelmiş olan İngiliz ve Amerikalılar, Türk dostu olarak geri dönmüşlerdi. Nitekim Morning Post gazetesinin Pooley adındaki muhabiri, önceleri bir Yunanlıdan daha çok Yunanlıları savunurken, Türklerle yaptığı temaslar sonunda ve Türk eserleri karşısında gerçekleri görmüş ve fikir değiştirerek, Türk milletinin saygıya layık bir millet olduğunu söylemeye başlamıştı. Manchester Guardian gazetesinin özel muhabiri Toynbee de, Türk-Yunan çatışmaları sırasında bazı olaylara tanık olmuş ve sonunda Türklerin tamamıyla haklı olduklarına kanaat getirmişti. Ona göre Türkler, milli varlıklarını korumak için savaşıyorlardı. Onun için bu kişi, İngiltere'ye döndüğü vakit, İngiliz halkına "Türk davasını" anlatmaya çalışmış, fakat büyük güçlüklerle karşılaşmıştı.
Sayfa 172Kitabı okudu
Şark Meselesi
Habsburglar'ın payitahtı Viyana bile birçok defalar Türklerin hücumuna maruz olmuştu. Fakat Türklerin mesaisi Alp engellerini aşamamış , Macaristan az bir zaman sonra ellerinden çıkmıştı. On yedinci asrın sonunda Avusturya orduları Macaristan'da ki Macarları İslam hâkimiyetinden . çıkarıyor, Viyana hükümetinin Cermen vesayeti altına sokuyordu. İşte bu, Türkler için geri çekilmenin, Avusturyalılar için doğuya doğru ilerlemenin (drang nach osten) ki, bugün zaruri olarak Avusturya siyasetinin esasını teşkil eden temel fikrin başlangıcı idi. Şark Meselesi'nin tarihi de, Türklerin Avrupa'dan çekilmelerinin tarihidir. Ve bu çekilme de zaruri idi; çünkü Türkler buralarda esaslı hiçbir şey tesis edememişlerdi. Son hadiseler de gösterdi ki, Türklerin vatanperverlikleri sürekli ve devamlılığı olan bir faaliyet şeklinde bir hükümet teşkilatı vücuda getirmeye kadir değil. Hatta şu da denildi: "Türkler dört asır ve hatta daha fazla bir müddet Avrupa'da çadır kurmuşlardır". Bununla birlikte Türkler burada yalnız fatihlik, kaşiflikten başka bir şey yapmak istememişler veya yapamamışlardı .
Reklam
Avrup Türklerle yürüttüğü savaş ve ilişkilerle tarihsel geçmişe sahiptir. 1900 yılından itibaren ise Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve kendi kendisi ile mücadelelerden meydana gelen tarihe sahiptir. Avrupa'nın ancak Ortadoğu'yu ele geçirdiğinden beri de tüm çabası Türklerin gerçek kimliğine bürünmesinin önlenmesidir. Batının Türkiye üzerindeki stratejisi bunun üzerine kuruludur.
Kendi açılarından yaşanan gelişmelerden çok, Hıristiyan komşularının zenginleşmelerinden ve bu nedenle politik iddialardan etkileniyorlardı. Müslümanlar da yeni Avrupa öğretimini benimsemeye başladıkça, tıpkı Hıristiyanlar ve yabancılar gibi geri kalmış, harap bir ülkede yaşamakta oldukları fikrine kapılıyorlardı.
O dönemde bir kimlik krizi yaşayan Osmanlı medeniyetinin ,şüphesiz bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardı ama yapılanmanın mesela Japonya’daki Meiji Restorasyonu’nda olduğu gibi, ayakta duran sağlam temeller üzerine inşa edilmesi de mümkündü.Fakat meta-analizi yapılmadan yani esas yapısı ve niyeti kavranmadan ithal edilen materyalist, pozitivist paradigma fikirleri sanki bir zehir tesiri yapar ve bugün müşahade ettiğimiz köksüz, kimliksiz hazin Türkiye tablosu meydana çıkar . Materyalist paradigma, kendi dini ile kavgalı, getirdiği tevhidi aklında bulacağı ümidini taşıyan Avrupa medeniyetinin bir yol kazasıyken biz bu kazayı hiç sorgulamadan kabul ederiz.
Sayfa 188 - Ketebe yayınlarıKitabı okudu
Avrupa Birliği Türkiye'yi hiçbir zaman tam üyeliğe almayacaktır. Çünkü; Gümrük Birliği üyeliği AB'ne üye olmak için verilen bir ödündür. Ekonomik gücüne ve yönetim sistemine güvenen Avrupa ülkeleri, ortaklıktan elde edecekleri yararları düşünerek gümrüklerini diğer ülkelere açmışlardır. Türkiye ortaklık haklarını elde etmeden pazarını Avrupa'ya açmıştır. AB, Gümrük Birliği ile Türkiye'den alacağını herhangi bir bedel ödemeden almıştır. Bu nedenle tam üyeliğe alınmasının gereği ortadan kalkmıştır.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.