Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
·
Puan vermedi
XIV. yüzyılda Bağdat'ta doğmuş, Halep'te derisi yüzülerek öldürülmüş tasavvuf şairi Seyyit Nesimî ile XVII. yüzyılda yaşadığı sanılan Kul Nesimi'yi birbirine karıştırmamak gerekir. Asıl adı Ali olan Kul Nesimi'nin yaşamı pek bilinmiyor. Cahit Öztelli'nin yaptığı son araştırmaya göre, "XVII. yüzyılın ünlü Bektaşî ve Hurufî şairidir. Soyu XIV. yüzyılın ünlü şairlerinden ve Yunus Emre izleyicilerinden Sait Emre'ye dayanır, iran Safavi şahlarının Anadolu üzerindeki egemenliğini sağlamak yolunda sürdürülen siyasal çabalara katılmış, bu yüzden Alioğlu ve Dedemoğlu'yla birlikte kovuşturmalara uğramıştır. Sonunun nasıl bittiğini gösterecek belge yoktur." Kul Nesimi'nin doğum yeri ve yılı gibi ölüm yeri ve yılı da bilinmiyor. Ancak şiirlerinden 1668'de sağ olduğu, Bektaşiliğe bağlandığı, sağlam bir öğrenim gördüğü, tasavvuf ve din konularını iyi bildiği anlaşılıyor. Kul Nesimi'nin hem hece, hem de aruzla şiirleri vardır. İki ölçüyü de beceriyle kullandığı, inancıyla sanatını atbaşı götürdüğü görülmektedir. Aşk konusuna da değinmekle birlikte, daha çok din ve tasavvuf inancını yansıtan lirik nefesleriyle ün kazanmıştır. Bunlardan bazıları bestelenmiştir.
Kul Nesimi
Kul NesimiKul Nesimi · Demos Yayınları · 201222 okunma
Anadolu Türklerine Bakış
Anadolu'daki Türk cemiyeti birbirini izleyen uzun ve yorucu harbler, salgın hastalıklar ve katlıklar sebebi ile bir daha eski kuvvetini elde edemedi. Hatta XIX. yüzyılda Avrupalı seyyahlar, Hıristiyanların aksine Türk milletinin mahvolmaya doğru gittiğini müşahade etmişlerdir. XVI. ve XVII. yüzyıllarda çoğu Türk aslından olmayan Osmanlı müellifleri, Anadolu Türklerine ve bilhassa köylülere Etrák-ı bi-idrāk (akılsız Türkler) demişlerdir. Fakat bu müellifler ve bütün Osmanlı idarecileri, Anadolu Türklerinin devletin asıl dayanağını teşkil ettiklerini idrak edememişlerdir. Böylece Türk cemiyetine zaaf gelince Osmanlı devleti de kudretini kaybetti. Osmanlı, son asırlara kadar Anadolunun insanını ve servetini görülmemiş bir israfla harcamış fakat ona hiç bir şey vermemiştir. Bu yüzden Anadolu Türkleri yoksul ve geri kalmış bir cemiyet. Anadolu da harab bir memleket haline gelmiştir. Anadolu halla arasında idarecilere Osmanlı adı veriliyordu. Bu adın verilmesi, mensuplarının saray ve ocaktan yetişmeleri ile kavmi bakımdan Türk halkından çıkmamaları ile ilgilidir. Anadolu Türkleri bunlara adeta yabancı ve istilacı bir zümrenin mensupları gözü ile bakıyorlardı. Osmanlı sınıfının mensupları, Anadolu halkına bilhassa köylü ve göçebelere göre mağrur, hasin, hlylekár, sözünde durmaz, vefasız ve gayri adil ve benlikçi insanlardır.
Sayfa 15
Reklam
halkın çocukları
Bu konuda ısrarlıyım, diye devam etti konvansiyon üyesi G. Bana XVII. Louis'den söz ettiniz. Önce anlaşalım Üst katmanlara mensup masumlar için olduğu gibi, alt katmanlara mensup olanlar için de, tüm katledilenler, tüm çocuklar için de ağlıyor muyuz? Ben ağlıyorum. Ama size daha önce de söylemiştim, bu durumda gözyaşlarımızı 93'ten, XVII. Louis'nin yaşadığı dönemden çok daha öncesinde dökmemiz gerekiyor. Benimle birlikte halkın çocukları için ağlarsanız, ben de sizinle birlikte kral çocukları için ağlayacağım.
Deli Ocağı’nda kaçınılmaz bozulmalar,
“Zamanla, Osmanlı’nın diğer tüm kurumlarında olduğu gibi askeri teşkilatında da bozulmalar, disiplin dışı uygulamalar yaygınlaştı. Deli Ocağı da bundan nasibini aldı ve XVII. yüzyıldan itibaren Deli Ocağı’nda bozulmalar görülmeye başlandı. Maiyetinde bulundukları vezir gözden düşüp azledildiğinde veya öldüğünde deliler başıboş kalmaya başladı ki buna ‘kapısız’ kalmak denirdi. Bir başka vezirin maiyetine girene değin çevrede gezen deliler, kendilerini ve hayvanlarını bedavaya besletmeye çalışırlardı. İhtiyaçlarından fazla yiyecek alırlar ve karşılaştıkları insanları soyarlardı. Kapısız kalan delibaşıların bayrağı altında bu devirlerde artık işe yaramaz haydutlar, ‘haşarat ve ayak takımı’ toplanmaya başlamıştı. Delibaşıyla beraber dolaşan bu gruplar köyden köye gezerek halka akla ermeyecek zulüm ve eziyet ediyorlardı. Bu durumu sona erdirmek, halkı bu illetten kurtarmak için de vezirler bunları tekrar yanlarına almaya ve maaş vermeye mecbur kaldılar.” (s56)
Kay, Sweetie'yi evinden bir türlü çıkaramaz. Tepkilerinden, aynı durumu daha önce defalarca yaşadıklarını anlarız, bu yüzden Kay ümitsizliğe kapılmış haldedir. Üstelik, Sweetie'yi 'şeytan' bildi­ğinden ve yapacağı kötülüklerden korktuğundan bu duygusu çok yoğundur. Hem bu inanışının yol açtığı çaresizlik hem de Sweetie'nin gizliden gizliye zarar verme niyeti güttüğünden korkması, Freud'un tekinsizi açıklarken tartıştığı iki özelliği de barındırır. Freud'a göre, tekrar fenomeni "tahayyül düzeyinde deneyimlenmiş olan çaresizlik hissini hatırlatmaktadır" (SE, XVII: 237). Kötülükten çok korkmayı hasedin yansıtılması olarak açıklar: "Bu yüzden korkulan, gizliden gizliye zarar verme niyetinin güdülmesidir" (240). Kay, Sweetie'nin ona haset ettiğini ve kıskançlıktan kendine zarar vereceğini düşünmektedir
İster XVII.yüzyl felsefesi, ister Fransız Devrimi sözkonusu olsun topluma başka bır temel sunma gırişimleri başarısızla uğramıştır. Yakın donem önce felsefe dini olmayan bir devlet kurmak istediğinde ona temel olarak yıkıntıları sunmak zorunda kaldı... Tanrıtanımaz bir halk varlığını sürdüremez. Çürkü tanrıtanımazlığı dınin yerine geçirme girişimi Fransa'da toplumu baştan aşağıya alt üst etmeye yetti."21
Sayfa 234Kitabı okudu
Reklam
Bazı Osmanlı düşünürleri, diyalektik ve tartışmacı doğası itibariyle kelâma karşı çıksalar da kelâm, OsmanlI'nın merkezinde ve çevresinde en başta gelen ilimler arasındaki yerini XVII. ve XVIII. yüzyıllarda da sürdürmüştür. Dönemin temsilcileri arasında Beyâzîzâde Ahmed (ö.1098/1687), Kara Halil Tirevî (ö. 1123/1711), Abdülkadir. Ârif (ö.1125/1713), Yanyalı Esad (ö. 1143/1730), Abdülganî en-Nâblusî (ö.1143/1731), Mehmed Saçaklızâde Mar'aşî (ö. 1145/1732), Mehmed Akkirmânî (ö. 1174/1760), Ebû Saîd Hâdimî (ö. 1176/1762) ve İsmail Gelenbevî (Ö. 1205/1791) sayılabilir.
XVI. ve XVII. yüzyıllar arasında dünyanın tümünü ele geçirecektir, talihi çay ve kahveninkinden daha büyük olacaktır, bu da az şey değildir. Tütün Yeni Dünya kökenli bir bitkidir. Colombus 2 Kasım 1492'de Küba'ya geldiğinde, yerlileri yuvarlanmış tütün yapraklarını içerken görmüştür. Bitki Avrupa'ya kendi adıyla geçecek (ya Karayip, ya da Brezilya dillerinden), uzun zaman botanik bahçelerinde basit bir merak unsuru olarak kalacak veya ona atfedilen tıbbi meziyetleriyle tanınacaktır.
250 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
2 saatte okudu
Rostand'ın Cyrano'su bir tipti, bir karakterdi, yoksa XVII. yüzyılda yaşayan mahut Cyrano'nun kopyası değildi. Rostand'ın Cyrano'su, tarihin Cyrano'sundan belki yalnız burnuyla aya seyahatini almıştı. Fakat buna karşılık ona ne­ ler vermemişti ki!..
Cyrano de Bergerac
Cyrano de BergeracEdmond Rostand · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20171,018 okunma
Foucault
Delilik, XVII. yüzyıl rasyonalizminin, öncelikle de Kartezyen felsefenin giderek egemen olması sonucu dışlanmaya başlamıştı. Mademki “Akıl” (“Raison”) artık temel “norm koyucu” haline gelmişti, o halde “Akıldışılık” (“Deraison”) durumu olan deliliğin de bertaraf edilmedi gerekmekteydi.18 insanı insan yapan ayraç akıl olduğuna göre, bu yetenekten yoksun olanlar da artık “insanlık dışı yaratık”, yani “hayvan” ya da “canavar” olarak algılanıyorlar ve her türlü muameleye layık görülüyorlardı.
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.