'Anne, ben hakikatin dışına çıkamıyorum! Neden başka bir şey söylemeli?'
'Oğlum, bana sorun şuymuş gibi geliyor: İnsanlar neden hakikati kaldıramaz? Birincisi, çünkü hakikat onları hayal kırıklığına uğratır. İkincisi, çünkü hakikat genelde çıkardan yoksundur. Üçüncüsü, çünkü hakikatin asla doğru görünümü yoktur- yalanların çoğu çok daha iyi hazırlanmıştır. Dördüncüsü, çünkü hakikat yaralar. Barışı yayacağını sanarak savaşta komutan olmanı istemiyorum.'
'Anne, ne yapmalı? Yalan mı söylemeli?'
'Hayır, susmalı. Sessizlik, asla ihanet etmeyen bir dosttur.'
Hikmet, başını salladı: "Sen, giyimini de yumuşatırsın. Yalnız bir erkeğin giyinişindeki acımasız sertliği beceremezsin. Hitler'e bak, Mussolini'ye bak: Kılıkları ne kadar beceriksiz ve zevksiz bir düzen içindedir. İhmalcilikleri ne kadar gerçektir. Elbiseleri üstlerinden sarkar. Evlerini bile ne vahşi bir görgüsüzlükle döşerler. Yalnızlığın görgüsüzlüğüdür bu. Sınıflarını bulamamış insanların derbederliği içindedirler. Birbirlerini sevmeyen evlilerin de görünüşü böyledir. Dağınık yaşantılarında hiç bir güzellik yoktur. Tek başına düşünme katılığının kokusu her tarafa sinmiştir. Ağır bir günün bunaltıcı, öfkelendirici yaşantısı bitince eve dönen evli ve yalnız bir erkek ne yapacağını bilemez; horgörülmelerin, aşağılanmaların intikamını alma susuzluğuyla yanarken çevresinde yatıştırıcı en küçük bir ayrıntıyla karşılaşamaz. Hırsla çekiştirerek çıkardığı elbiselerinden alır intikamını. Apokalipsin Dört Atlısı, dünyanın en kötü giyinen erkekleridir."
Koskoca bir Türkiye daha bütün illerine kitaplık açamıyor. Onlara gereken kadroyu parayı ayıramıyor. Ben başbakan olsam kitaplıklara önem veririm. Bir toplumun en büyük yerleşiminden küçük yerleşimine kadar ber yerinde kitaplıklar varsa, halk kitap okuyorsa o toplum her işine yetip artıcak parayı bulabilir. Akıl uyanmayınca kafa çalışır mı? Kafa çalışmayınca para kazanılır mı? Aklı uyandıracak olan da kitap, kitaplık. Ben böyle düşünüyorum.
Eğer geleceği kurtarmak istiyorsak kitapları asıl çocuklara okutacağız.
Asılacak Kadın, Pınar Kür'ün ilk iki bölümünü bilinçakışı yöntemiyle anlattığı, okuyucunun, anlatıcılarının zihinleri içinde dolaştığı ve adım adım 3 ayrı insanın bakış açısından yaşananları deneyimlediğiniz kısa romanıdır. Romanın sonlarına doğru "Kırmızı Pazartesi" ile benzerliğini keşfettiğimiz romanda baş kahraman Melek'in
Belki biraz sessizlik,dinginlik için gelip,etrafınızı duyumsamaya çalıştığınız bir anda dikkatinizi çeken bir şey olur;takılır kalır;merakınız cezbolur.O anda,hiç tanımadığı birine hikayesini anlatmak isteyen o kişi, sizi bulmuştur ve hikayesini dinlemeye başlamışsınızdır bile.
Amok koşucusu aslında her birimizin bir yerlerde denk geldiği bir ana çevirmiş ışığını. Kimselere anlatamayacağı bir yükün altına girmiş bir doktor, verilmiş bir söz ve onu yerine getirmeyi kendine ant içmiş bu kişinin verdiği sözün hayatının amacına dönüşüşünü okuyoruz. Etrafımızda olup bitenlerin ne kadarının gerçekten bilincindeyiz diye düşünüyor insan okurken. Bir gazete sayfasının bir köşesinde anca yer bulabilmiş, belki birkaç belki 1 dakikamız kadar hayatımızda yer bulan onca haberin, hikayenin aslında neler olduğunu hiç bilmeyişimizin öyküsü.
Amok KoşucusuStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2021112,3bin okunma
Kalbim sizi selamlar siz sadık ağaçlar.
Yücesiniz, güçlüsünüz hala.
Aşıkken ilk hayallerimi bir zamanlar saklamıştım gecenizin koynunda.
Duyarım, fısıldar uğultunuzda çocukken söylediğim o şarkılar.
Severler ayışığı ile kaynaşmayı da gündüzün gürültüsünde ürker korkarlar.
Size de selam olsun,siz ürkek şarkılara.
Hatırlatırsınız bana o güzel günleri. Güller ve leylakların mutluluğuyla sevdiceğime topladığım o ilk buketi.
Ne tatlıdır tınınız, çağrınız ne derin.
Narin baharın taze yeşili gibi uyanan dalların üzerinden neşeyle geçerken tarla kuşları.
O gün bugündür şarkılarım ne öyle tatlıydı, ne de derin.
Acıyla yankılayıp durdu tınısını,ışığını ilk aşkın.