Noah’nın rahatının kaçtığı bir anı hayal etmek imkânsızdı. Daima
rahattı. Ve hayattan bıkmış gibi. Ve harika. Ve ben onun yanında
oturuyordum. Çok yakınında.
Yüreğimizde bazı hakikatler vardır ve onları yok saymak pek mümkün değildir. Hakikatle kavga etmek yerine tanışmak gerek. Grangé, Leyleklerin Uçuşu'nda "İnsanın hiç unutamadığı gerçekler var Louis." der ve ekler: "Mezar taşının mermerine kazınmış gibi, kalplerimize kazınan gerçekler." Ah şu gerçekler, . Bizi delirtecek!
Evimin balkonu denize bakıyor; caddeye, dağlara, gün batımına. Evimin balkonunda sigaramı tüttürüyorum. Cebimde paket, yanında da bir kurşunkalem var. Sigara tüketilmekten oldukça memnun, kalem ise biraz keyifsiz…
İşte beklediğim an geldi: Kızıllık! Gün batıyor! Deniz, güneşin parlak gölgesiyle oynaşıyor. Arkama yaslanıp, ayaklarımı da şöyle
Kısa Kollu Pembe Tişörtüm Bana Ölümü Hatırlatıyor. ( Gerçektir.)
Hayat akıyor, geçiyor, yaşanıyor, yaşanılıyor. Ama hayatın bize ne zaman ne sunacağını bilemiyoruz. Çok mutluyken birden seni mutsuz edecek haber alabilirsin. İşlerin çok iyi bir şekilde yolunda gittiğini düşünürken neticede hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Çok sevdiğin dostunun aslında çıkar arkadaşın olduğunu görebilirsin. Senin hiç sevmediğin
O çok uzun süre önce ve hepimizden daha
genç bir yaşta büyük bir kenti terk etmişti. Küçük
bir kızken, harika bir şenlik gücüyken, üzerine
yayılan ugultulu dünya, karanlıgın görüntülerden
daha canlı oldugu sinemalar ve özellikle kalabalıkların
güzelligi, gücü , yakalanamaz ve insanlıkdışı,
gölgelerin yaşamı gibi çekici bir yaşamın aktıgı sokagın
soylu özünü oluşturan dimdik, muazzam
taşlar çok uzaklarda kalmış bir hatıraydı onun için.
O halde ihtiyaç duydugu imgeleri bulabilmek için
kendi içinde daha uzaklara gitmesi gerekiyordu ve
daha degişken, kendi kaynaklarına bizimkilerden
daha yakın olan bu imgeler, onu daha da uzaklara
götürüyordu sanki: oraya daha hızlı gittigimiz, birbirimizin
yanında, birbirimize daha gizlice sokuldugumuz
başka bir geçmişe adeta; hangi yere dogru?
bu acelecilik niye? Ama onu sorgulasaydım
eger, görürdüm ki, ona göre, hatıraları gizlemeyen
bu mekan, onun hakikatinin çok yakınında yalansız,
kılık degiştirmeden ve hatta, o farkında olmadan
ortaya çıkıyordu: hayır, düşünmüyordu o, hayal
kurmuyordu, tersine, harikulade şeyleri sefilce
uydurarak kendi kendilerini aldatmaya çalışan insanların
yoksullugundan bir tür öfkeyle nefret ederek,
tüm uydurma düşlerden yüz çeviriyordu.